27 Temmuz, 2017 Gezi
Dünyanın sonunun nasıl bir yer olduğu mu yoksa dünyanın sonundaki cezaevini mi daha çok merak ediyordum bilmiyorum. Hissettiğim şey haritadaki bir noktanın, Antarktika’ya en yakın dünyanın en güneyindeki yerleşim olan Ushuaia’nın beni çağırdığıydı. Gezginlik bir tür meslek sayılabilir. Ama iş için değil gezmek değil. Yolculuklarım sırasında işi sadece dolaşmak olan birçok insan tanıdım. Bazısı buna ayıracak paraya sahipti bazıları da değildi. Her iki tip için de gezmek başlı başına bir amaç. Ve çoğu zaman gidilecek rota belli değildir. Onu haritadaki en ulaşılmaz nokta motive eder. Benim için de bu nokta Ateş Topraklarındaki Ushuaia’ydı.
Üç bin kilometrelik Patagonya yolculuğu sonunda Rio Gallegos’a yorgun varmıştım. Fakat Ateş topraklarına ulaşabilmek için daha Macellan Boğazını geçmem gerekiyordu. Oysa kanalı geçecek otobüs sabah erkenden kalkıyordu. Mecburen geceyi pek de sevimli olmayan bu yerde geçirmek zorundaydım. Otobüsün bizi bıraktığı noktaya en yakın hostele kapağı attım. Hostelin konukları oradaki petrol rafinerisinde ve inşaat çalışan işçilerdi. Akşam olduğunda beraber yemek yedik ve biralarımızı Arjantin’in en utanmaz TV şovlarından biri olan “Benimle Dans Eder misin”i izlerken içtik. İşçiler TV’deki kızları gösterip meşhur Arjantin etine gönderme yapıyorlardı. Keyifli adamlardı. Bana biraz hapishaneyi hatırlattı.
Sabah yola koyuldum. Otobüste yanıma Osmanlı yaveri bıyıklı bir amca oturmuştu. Türk olduğumu öğrenince bana bir sürü hikaye anlattı. On çocuğu varmış farklı kadınlardan. Katoliklerde birden fazla kere evlenmek yasak değil mi diye sordum. Rahibe parayı verdin mi nikahı kıyar, dedi.
Macellan Boğazına varmadan önümüze Şili sınırı çıktı. Tuhaf bir siyasi harita çıkmış. Arjantin topraklarına girmek için Şili’den geçmek gerekiyor. Ama hepsi bir yerde. Şili devletinde her görevli içine Pinochet kaçmış gibi davranıyor. Allende’nin intikamını alası geliyor adamın. Etrafıma bakıyorum çölün ortasında bir kulübedeyiz. Etraftaki tek canlı belirtisi uzaktan geçen bir hayvan. O da ne olduğu belli değil. Köpek mi tilki mi. Öf be bitse de gitsek, diyorum içimden.
Haremdekinin dörtte biri kadar bir feribota yüklüyorlar otobüsü. Boğazın en dar noktasından geçmesine rağmen yarım saatten aşağı sürmüyor. Birçok gün de deniz koşulları yolculuğa izin vermiyor. Bir tuhaf olan gemi karşıya geçtiğinde bir liman gibi bir yükseltiye değil denizin içine doğru eğimli bir yere burnunu veriyor.
Bindiğimiz otobüs boğazın oldukça daralan bir noktasından küçük bir feribot aracılığıyla karşıya geçti ve birkaç saatlik mesafede San Sebastian’dan tekrar Arjantin’e giriş yaptı. Atlas Okyanusu kıyılarından ilerleyip Rio Grande’ye ulaştık. Oradan içeriye doğru yönelip Fangano Gölü kıyısına kurulu cennet bir kasaba olan Tolhuin’e vardık. Ateş Toprakları Patagonya gibi çorak değil. Dik ve karlı dağlarına ormanlar eşlik ediyor. Dağlardaki karlardan beslenen göllerin lacivert tonlarında renkleri var. Her şey inanılmaz derecede temiz ve berrak. Hiç beklemediğim ılıman bir iklim, yemyeşil vadiler. Prusya mavisi göller ve dik zirvelerle bezenmiş bir tablonun içindeydim sanki. Kuzey Avrupa kasabalarına benzer yerlerden geçerek 10 saatlik bir yolculuk sonunda Ushuaia’ya geldik.
Jules Verne’nin “Dünyanın Sonundaki Fener” kitabını birçoğumuz çocukken okumuştur. Jules Verne bu kitabı Ushuaia yakınındaki bir fenerden esinlenerek yazmış. Ateş Toprakları insanda başka bir dünyadaymış hissi uyandırıyor. Dünyanın sonundaki fener kaç gemiye rehber olmuştur kim bilir. Jules Verne’nin zamanında kaç kişi bu feneri sisler içinde görüp kurtulduğunu hissetmiştir.
Ateş Toprakları ismi yine bu toprakların tuhaflığından geliyor. Macellan tam dünya turunu gerçekleştirmek için güneyden kıtayı aşacak bir yol arıyormuş. Macellan’ın bu son yolcuğu beraberinde felaketler getirmiş. Öncelikle İspanyollar filosuna saldırmış. Sonra kanlı bir isyan çıkmış gemilerinde. Güneye inerken fırtınaya tutulduğu için gemisi karaya oturmuş. Mürettebat yola devam etmek istememiş. Sonunda Macellan bugün adıyla anılan boğaza ve Ateş Toprakları’na ulaşmış. Kanalın nereye çıkacağı belli değil tabi. Karayı takip ederek Atlantikten Pasifiğe doğru ilerlerken yamaçlarda ateşler görülüyormuş. Bu ateşlerin kaynağı kayaçlar arasına sıkışmış doğal gazdır. Havanın erken karardığı bu topraklarda dağ yamaçlarında binlerce ateş görmek bambaşka bir dünyada olduğunuz hissi uyandırıyor.
Patagonya ismi de Macellan’ın gezisinde koyulmuş. Karşılaştıkları yerlilerin büyük ayaklarından esinlenerek burası olsa olsa koca ayaklılar ülkesidir anlamında. Ateş Topraklarında bilinen dört yerli topluluğu var: güneyde Yamana, kuzeyde Selknam, doğuda Haush, batı kanallarında ise Alakauflar. Bu kabilelerin tümünün Asya kökenli olduğu düşünülüyor. Yamanalar güneyde yaşayarak daha çok denizden besleniyorlar ve kıyı boyunca hareket ediyorlar. Çıplak yaşayan bir topluluk olan Yamanalar, Lama benzeri bir hayvanın yağını vücutlarına sürerek soğuktan korunuyorlarmış. Yamanaların “Ona” adını verdiği Selknamlar ise kuzeyde ve avcılık yaparak yaşıyor. 1848’de Alan Gardiner’in getirdiği ilk Anglosakson misyonuyla beraber bu yerli topluluklarının da sonu hazırlanmış. Misyoner faaliyetleri, daralan av ve beslenme alanları ve katledilmeleri neticesinde 1910’da yerlilerden geriye bir şey kalmıyor.
Dünyanın sonunda bir de cezaevi var. İşin ilginci Ushuaia’nın bir kent olarak ilk inşası da bu cezaeviyle başlamış. Buraya demiryolunu yapanlar ve kömür madeninde çalışanlar da mahkumlardı. Herkesin hücrelerde kaldığı bu yüksek güvenlikli hapishaneden sadece bir kişi kaçabilmiş. Simon Radowitzky adlı bu devrimci ancak iki hafta sonra yakalanmış.
Ushuaia’dan Antarktika’ya giden gemiler kalkıyor. Ortalama iki hafta süren bu yolculuk için beş bin dolardan başlayan fiyatlar konuşuluyor. Gidenler gitmeyenlere anlatır artık.
0 YORUM