İddiasını yitiren bir savaşla hiçbir şey vaat etmeyen barış arasında Latin Amerika gerillası


14 Ekim, 2024    IndyTurk



2016’da Paraguay’da sekiz askerin öldürülmesiyle dikkat çeken EPP adlı gerilla örgütü, toprak eşitsizliği ve oligarşik düzene karşı kırsal direnişi temsil ediyor; Brezilya ve Kolombiya gibi ülkelerle bağlantılı yapılar kurarken, ABD’nin uyuşturucu ve güvenlik politikalarıyla şekillenen bölgesel stratejiler, bu tür örgütleri bastırma adı altında askeri müdahaleleri ve siyasal istikrarsızlığı artırıyor; benzer biçimde Kolombiya’da FARC’a karşı sürdürülen savaş, barış anlaşmalarına rağmen silahlı grupların ve paramiliter çıkar ağlarının varlığını koruduğu, ABD etkisinin halen belirleyici olduğu bir denklem yaratıyor.

Ormandan silah sesleri geliyor
2016 yılının 27 Ağustos günü uzun süredir Latin Amerika’da duyulmamış bir haber ajanslara düştü.
Paraguay’ın kuzeyinde Arroyito’da seyir halindeki bir araca yapılan bombalı saldırıda sekiz asker
hayatını yitirmişti.
Eylem “Ejercito del Pueblo Paraguayo”(EPP) Paraguay Halk Ordusu tarafından üstlenildi. 2008’de
 
kendini ilan eden bu örgütün kökleri doksanların başında Stroessner diktatörlüğünün sona erdiği
yıllara dayanıyor. Lider kadrosu 1997’de banka soygunuyla ünlenen“Chore Çetesi” üyelerinden
oluşuyor. Aynı grup iki binli yıllarda bir dizi adam kaçırma eylemine imza attı.
Toprak dağılımında dünyanın en eşitsiz ülkesi durumundaki Paraguay’da büyük çiftlik sahiplerinin
egemenliğine dayanan tipik bir oligarşik sistem var. Neredeyse tüm tarım ve hayvancılık alanları,
ülkedeki tarımsal üretimin %90’ını elinde tutan yabancı ortaklı bu oligarşinin elide. Köylü ve yerli
ailelerin büyük çoğunluğu geçim için yeterli toprağa sahip değil.
Bu yüzden Paraguay, Güney Amerika’da biçimsel anlamda demokrasi ya da siyasi temsil ilkesinin en
az işlediği yer. Dolayısıyla bu oligarşik eliti hedef alan bir gerilla örgütünü güçlendirecek fazlasıyla
neden var.
EPP adam kaçırma ve askeri hedeflere saldırıların yanı sıra, özellikle Brezilya sermayesine ait büyük
çiftlikleri yakma ve tarım makinelerini imha etme gibi eylemlerle halkın sempatisini kazandı.
Gizlenmek için de Brezilya ile sınır Amazon bölgesindeki ormanlık yapıdan faydalandı. Fakat hiçbir
zaman gerilla sayısı yüzü geçmedi. Gereğinde sivillerin arasına karışabilme esnekliği ,örgütün kadro
yapısını koruyabilmesinde en büyük etken oldu.
Muhtemelen Kolombiyalı örgüt FARC’la işbirliği yapan EPP son dönemde yapısında değişikliğe giderek
cephelere bölündü. Bunların arasında en bilinenleri “Yerli Tugayı”(BI), “Silahlı Köylü Grubu”(ACA) ve
“Mareşal Lopez Ordusu”(EML). Bu cepheleşme de onun kısa sürede etkisiz hale getirilemeyeceğinin
önemli bir işareti sayılıyor.
Geçtiğimiz 2 Eylülde Paraguay ordusu 2016’daki saldırının gerçekleştiği yere yaklaşık 40 km uzakta
Yby Yaú’da muhtemel bir gerilla üssüne operasyon yaptı. Paraguay Devlet başkanı Mario Abdo
Benitez’in “her açıdan başarılı” olarak tanımladığı operasyonda hiçbir terör unsuru yakalanamamış ya
da etkisiz hale getirilememişti. Fakat Arjantin uyruklu 11 ve 12 yaşında iki kız çocuğu öldürüldü.
Arjantin barosundan yapılan açıklamada Lilian Mariana ve Maria Carmen isimli kız çocuklarının
Paraguay’la sınır Arjantin kenti Misiones’te yaşadıkları ve EPP üyesi olan babalarını ziyaret sebebiyle
olay yerinde bulundukları ifade edildi.
Başkan Mario Abdo sürmekte olan askeri operasyonların örgüte büyük darbe vurduğunu söylediği
sırada 9 Eylül günü örgüt daha sansasyonel bir eyleme imza attı. EPP, 2012-13 yıllarında görev yapan
eski devlet başkan yardımcısı Óscar Denis ve şoförünü kaçırdı. Bir hafta önce iki kız çocuğunun
öldürüldüğü operasyon bölgesinden yüz kilometre kuzeyde Bella Vista Norte’de gerçekleşen bu
eylem hükümeti şaşkınlığa düşürdü.
11 Eylülde bir bildiri yayınlayan örgüt 40 yoksul mahalleye her biri 50 bin dolar değerinde erzak
 
yardımı yapılmasını ve cezaevinde tutuklu bulunan iki liderlerinin 72 saat içinde serbest bırakılmasını
şart koştu. Aile, toplamı 2 milyon dolar tutan yardım paketlerinin üzerine Paraguay Halk Ordusu EPP
adına verildiğini yazarak yardım paketlerini dağıttı. Örgüt eski başkan yardımcısını değil ama şoförünü
15 Eylül’de bıraktı.
Cezaevindeki liderleri serbest bırakmayan Paraguay yönetimi uluslararası yardım talebinde bulundu.
Paraguay’da Güney Amerika’nın en büyük üslerinden birine sahip olan ABD’nin Dışişleri sözcüsü
Michael Kozak olayları yakından takip ettiklerini duyurdu. Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro
“komşu ülkedeki komünist tehdide karşı” askeri danışmanları görevlendirdiğini açıkladı. Kolombiya
Devlet Başkanı Ivan Duque’nin “suç örgütleri ve adam kaçırma uzmanları”nı gönderdiği, Paraguay
başkanının tivitiyle duyuruldu.
Aslında Paraguay’ın örgüte yönelik mücadelesi yeni değil uzun yıllardır devam ediyor. 2010 yılında
Paraguay Chaco’su denilen bölgede yaşanan çatışmalarda ilk kez örgütün lider kadrosundan kayıplar
verilmişti. Aynı günlerde beş kenti kapsayan bir olağanüstü hal ilan edilmişti.
Bu durum orduyu domine eden büyük toprak sahiplerinin köylüler üzerindeki baskısını artırdı.
Böylece Paraguay tarihinin ilk “sol eğilimli” Devlet Başkanı Fernando Lugo’nun iktidardan
düşürülmesine yol açan toprak çatışması tetiklendi.
Sıkıyönetimin ilan edildiği Canindeyu kentine 40 km mesafedeki Curuguaty’te sürmekte olan
köylülerin toprak direnişine 15 Haziran 2012’de yapılan operasyonda, nereden atıldığı belli olmayan
bir bombanın patlaması neticesinde 11 köylü ve 6 polis hayatını yitirdi. Birkaç gün sonra toplanan
Paraguay Meclisi yaşananlardan başkan Lugo’yu sorumlu tutarak koltuğundan indirdi.
Bu Obama’nın Latin Amerika’daki “Soft Darbe”lerinden biri olarak tarihe geçti. 2009’da Honduras’ta
Manuel Zelaya’nın askeri darbe ile indirilmesine benzer bir şekilde yerine ABD büyükelçisiyle yakın
ilişkilere sahip bir zengin getirildi.
Paraguay’daki çatışmaya uzaktaki Kolombiya’nın dahil olması ise sürpriz değildi. Çünkü bu ülke
ABD’nin “uyuşturucuya ve gerillaya karşı savaş”ında en güçlü ortağıydı.
Gerçek şu ki ABD uzun süredir Latin Amerika’yı “uyuşturucu gelirini kontrol politikasıyla” domine
ediyor. Bunun anlamı kayıt dışı ekonominin ana kaynağı olan uyuşturucu gelirinin hangi ellerde
toplanacağının ABD tarafından belirlenmesi demek.
“Uyuşturucuya karşı savaş” ise daha çok Latin Amerika ülkelerinin rejimlerini biçimlendirmek için
üretilmiş bir tür güvenlik doktrini. Söz konusu politika ABD denetiminde olmayan ve uyuşturucu
üzerinden gelir elde eden örgütlenmeleri o ülkelerin sosyo ekonomik ve politik dengelerinden
bağımsız biçimde salt suç yapılanmaları olarak tanımlıyor. Meksika’da karteller, Orta Amerika’da
Pandillas denilen çeteler, Güney Amerika’da gerillalar, hatta Venezuela’da olduğu gibi ABD muhalifi
hükümetlerin hepsi bir torbaya dolduruluyor.
Bunun da doğal sonucu olarak şiddet artıyor. Ortaya çıkan kaos bu ülkeleri ABD müdahalesine daha
da açık hale getiriyor. Bir yandan kentte ya da kırda her türden siyasetin finansmanı uyuşturucu
geliriyle sağlanırken diğer yandan güvenlik ve istihbarat birimleri ABD’nin doğrudan kontrolüne
geçiyor. Böylece siyasi aktörler kolayca yönetilebilir hale gelirken herhangi bir alternatif gücün
 
merkezi ele geçirmesine karşı asker ve son olarak Bolivya örneğinde görüldüğü gibi polis sigorta
görevi görüyor.
Latin Amerika’da en uzun süreli gerilla savaşının sürdüğü ülke Kolombiya 2000’de Clinton’un
yürürlüğe koyduğu “Kolombiya Planı” yasasından bu yana askeri kapasitesini belirgin biçimde artırdı.
Özellikle FARC liderliğine yönelik nokta operasyonlarında, örgüte büyük darbeler indirildi. 2008’de
FARC’ın “Dışişleri Bakanı” Raul Reyes’i, 2010’da “Genelkurmay Başkanı” Mono Jojoy’u ve en önemlisi
2011’de lideri Alfonso Cano’yu öldürmeyi başardı.
Kolombiya FARC’ı bitiremedi ama onun eskisi gibi açık ve kalıcı egemenlik alanları oluşturmasını
engelledi. Bu da ancak petrol boru hatlarına yönelik saldırıların azalmasını sağladı. Diğer yandan ABD
yasasının hedefi olan uyuşturucu üretimini düşürme noktasında başarılı olamadı. Kolombiya Planı
2000-2006 yılları arasında uyuşturucu üretiminin %50 azalmasını öngörürken haşhaş ve eroin %50
arttı. Havadan tarım alanlarının zehirlenmesi yoluyla Koka üretiminde bir düşme gerçekleştiyse de
2016’ya gelindiğinde yine planın yürürlüğe girdiği dönemki seviye olan 160 bin hektara ulaşmıştı.
Plan Kolombiya’da şiddeti olağanüstü boyutlara ulaştırdı. Paramiliter güçler kentlerde terör estirdi.
Köyler ordu tarafından boşaltıldı. Yedi milyon Kolombiyalı göç etmek zorunda kaldı. Otuz bin kişi
öldürüldü. Ülkede muhalif hiçbir harekete izin verilmedi. Sendikalaşma oranı bile %3’e düştü.
2010’a gelindiğinde planın etkisini yitirmesinin faturası Venezuela’ya kesildi. Kolombiya, gerillaların
Chávez yönetimince desteklendiğini iddia etti ve Venezuela’lı askerlerle gerillaların bir arada
olduğuna dair bazı görüntüler yayınladı. Chávez iddiaları şiddetle reddetti ve Kolombiya ile diplomatik
ilişkileri kestiklerini ilan etti. Ancak bu arada Venezuela’da bulunan dört ELN yöneticisini tutuklayarak
Kolombiya’ya iade etti. Chávez Kolombiya’nın Venezuela üzerindeki askeri baskısını kırmak istiyordu.
Bu nedenle FARC’ı silah bırakmaya zorladı.
Bu gerilim tam da Kolombiya Devlet Başkanı Alvaro Uribe Velez’in görev süresinin son aylarına denk
geldi. Kolombiya Planı boyunca bu ülkenin başında olan Uribe sıradan bir politikacı değil. 1995-97
yılları arasında yaptığı Antioquia Valiliği sırasında uyguladığı kirli savaş yöntemleriyle güçlenen bir
siyasetçi. Paramiliter çeteler ve uyuşturucu baronlarıyla yakın ilişkili en önemli politikacı. Sivillere
yönelik çok sayıda katliamla suçlanıyor. Bunlardan 28’i Yüksek Mahkemeye intikal etmiş durumda.
Uribe döneminde paramiliter çeteler ve ordu sivil katliamlarını cesetlere gerilla kıyafeti giydirerek ve
yanlarına silah bırakıp çatışma süsü vererek meşrulaştırmayı bir alışkanlık haline getirmişti. Uribe’nin
ülkenin en büyük paramiliter örgütü AUC’u büyük toprak sahipleriyle beraber kurduğu kanıtlanmış
durumda. AUC’un liderleri arasında bulunan Uribe’nin kardeşi Santiago hakkında uyuşturucu
ticaretinden dava açıldı. Ayrıca Uribe’nin gerek tehdit gerekse de rüşvet yoluyla oyları satın aldığını
gösteren çok sayıda delil var.
Uribe içeride kendini iktidar yapan savaşı muhtemelen 2010 Temmuzunda Venezuela’ya taşımak
istiyordu. ABD onun İçişleri Bakanı ve yardımcısı Juan Manuel Santos’u destekleyerek bu süreci
sorunsuz aştı. Fakat Santos’a başka bir görev biçti: FARC’la barış.
Bu arada sene başından beri yaşanan bazı gelişmeler Kolombiya’daki dönüşümün tamamlanmaya
başladığına dair işaretler veriyor. Önce kardeşi Santiago sonra eski başkan Alvaro Uribe tutuklandı.
Her ikisi de şu sıralar denetimli serbestlikten faydalansa da rejimin kendini kirli yüzlerden arındırmayı
hedeflediği anlaşılıyor.
Uribe’nin gidişiyle “Kolombiya Plan”ı yeni bir aşamaya ulaşmış “Kolombiya Barışı”na dönüşmüştü. Bu
 
noktada Obama, Küba ile yumuşayan ilişkilerden faydalandı. Küba’nın FARC’la geçmişten gelen
bağları var. Aslında Fidel doksanlardan bu yana FARC’ın silah bırakmasını teşvik ediyordu. Obama
döneminde ise Küba FARC üzerindeki etkisini kullanarak ambargonun kalkması durumunda ABD ile
bölgede işbirliği yapabileceklerini gösterdi.
Tabi “Kolombiya-FARC Barışı” oldukça kapsamlı ve tarihsel bir hadise olarak ayrıca incelemeyi
gerektiriyor. Ancak belirtmeyim ki gerilla ile barış daima Kolombiya’da geleneksel siyasetin bir
parçasıydı. 1950’lerden bu yana siyasal aktör durumunda olan gerilla hareketi birkaç defa
hükümetlerle barış ve sayısız ateşkes anlaşması yaptı. FARC 1984’te yasal siyasi parti kuran dünyanın
ilk gerilla örgütüydü.
Yıllar boyunca gerillanın siyasallaşmasını ve barış süreçlerini baltalayan ise ABD oldu. Hatta Orta
Amerika’da Nikaragua, El Salvador ve Guatemala’da Barış Süreçlerini yürütürken bile Kolombiya’da
bir anlaşmayı engelledi. 1997’de FARC’la anlaşmak üzere olan Ernesto Samper’i başkanlıktan düşürüp
Kolombiya Planı’nı devreye koyan yine ABD idi. İki binli yıllarda Kolombiya, ABD ve İsrail’den sonra en
fazla askeri yardım alan ülke haline geldi. Yine aynı dönemde ABD ile serbest ticaret anlaşması
(“Colombia Trade Promotion Agreement” TPA) yapan Kolombiya, NATO’nun “Birleşik Savaş
Doktrini”ne imza atan ilk Latin Amerika ülkesi oldu.
Anlaşılan o ki ABD önce Kolombiya’nın rotasını düzeltti, şimdi de bagajını boşaltıyor. Zira ikinci bir
Chávez vakasına tahammül edemezdi. Diğer yandan FARC’la barışın gerçekleşmesi, çatışmaların
durması ve gerillanın yürürlükten kalkması anlamına gelmiyor. Sadece bu yıl ülkede 42 siyasi katliam
gerçekleşti. Hayatını kaybedenlerin içinde hükümetle anlaşarak silah bırakan 50 FARC üyesi (2016'dan
bu yana toplam 224) toprak ve su mücadelesi veren yerel 48 lider, 19 çocuk, 12 kadın ve öğrenciler
var.
Ülkenin ikinci büyük örgütü “Ulusal Kurtuluş Ordusu” ELN’yle bir anlaşma sağlanmış değil. Ayrıca
FARC’ın siyasallaşması hakimiyet alanlarından tam olarak çekildiği anlamına da gelmiyor. Koka ekimi,
madencilik, uyuşturucu trafiğini yürüten FARC’a bağlı gruplar varlığını sürdürüyor. Paramiliter gruplar
da büyük toprak sahiplerinin çıkarlarını ve uyuşturucu pastasındaki paylarını korumaya devam ediyor.
Kolombiya Paraguay’la beraber kıtanın en adaletsiz toprak dağılıma sahip ülkesi olmaya devam
ediyor. Bir avuç toprağı olan köylülerin su kaynaklarına erişimi yok. Bu ülkedeki barış deneyiminin
siyasal ölçekte küçük Orta Amerika ülkesi El Salvador’u bile yakaladığı iddia edilemez.
FARC’ın siyasetteki konumu belirsiz. Zaten mesele kanı durdurmak değil. Orta Amerika tecrübesi bize
iç savaş döneminde siyasal çatışmalarda öldürülen insan sayısının barış döneminde çıkar
çatışmalarından çok daha az olduğunu gösterdi. Örneğin bir ara Guatemala’da otobüs şoförü
kalmamıştı. Çünkü hat ele geçirme kavgasında senede yüz şoför öldürülüyordu.
Sonuç olarak barış süreçleri siyasal çatışmaya son veriyor ama çıkar çeteleşmesinin önünü açıyor. Ne
de olsa çıkar çatışmaları “Pax Americana”yı tehdit etmiyor.

Videolar






Latinamerikainfo | Copyright 2014 | Sitemizde Kullanılan Tüm Yazı ve İçerikler Özgür UYANIK'a aittir. İzinsiz ve İsim Belirtmeden Kullanılamaz. Tüm Hakları Saklıdır.