23 Ağustos, 2020 Haberler
Venezuela’da iki sosyalist partiye kayyım atandı
Venezuela’ya ilk ziyaretim Kumandan Chávez’e karşı darbe yapılmasının üzerinden birkaç yıl sonra gerçekleşmişti. Sağ sendikaların ateşe verdiği petrol kuyuları bile henüz sönmemişti. Tüm televizyon kanalları Amerikancılara aitti ve 24 saat Chávez’i devirmek hatta idam etmek gereğinden bahsediyorlardı. Başkent Karakas’ın göbeğinde Sabana Grande’de gittiğim lokantanın önünde her öğlen sağ grupların yürüyüşlerini izliyordum. Bu grupların pek barışçıl niyetleri olmadığı sloganlarındaki nefret ve Chávezcilere saldırılarından belliydi. İşin ilginci bu gruplar her gün aynı saatte eylemlerini gerçekleştirdikleri halde ortada tek bir güvenlik gücü görünmüyordu. Darbeci gruplar ve partiler sınırsız bir özgürlükle hareket ediyorlardı. İyi hatırlıyorum, o günlerde Brezilya devlet başkanı, daha sonra hapse atılacak İşçi Partisi lideri Lula da Silva, Venezuela’da diktatörlük olduğunu iddia eden batı basınına, aksine “aşırı demokrasi sorunu” olduğunu söylüyordu.
Lula haklıydı. Chávez’in getirdiği Bolivarcı anayasa halka ve dolayısıyla muhaliflere sınırsız bir demokrasi ortamı sağlamıştı. Ülkede her şey bir tezat gibi görünüyordu: Darbeciler yenildikleri halde cezalandırılmıyor, sermaye kaybettiği halde zenginleşiyor, sosyalizm geldiği halde lüks tüketim artıyordu. Devlet başkanını kaçırıp 72 saat rehin almalarına, ABD destekli oligarşinin yönetime açıkça el koymasına rağmen Chávez bunu bir “lütuf” olarak görmemişti.
Ortada bir “öncü parti” henüz yoktu. Sistem dünyanın hiçbir yerinde varolmayan bir çoğulcu yapıya sahipti. Venezuela’ya gidenlerin gördükleri karşısında tüm ezberleri bozuluyordu. Üstelik düşmanlarına geniş bir siyaset alanı bırakan Chávez’in darbecilere bile sınırsız özgürlük tanıyan bu çok istisnai politikası her seçimden daha güçlü çıkmasına yol açıyordu.
Bolivarcıların medya araçları çok zayıf olmasına ve etkin bir propaganda faaliyeti sürdürmemelerine rağmen halkın büyük kısmı sosyalizmi benimsemişti. Sokaktaki satıcı bile malını satarken araya “ya sosyalist vatan ya ölüm” sloganını sıkıştırıyor, Mc Donalds’a alternatif fast foodcu yemek ambalajına “Venceremos” yazıyordu.
Ülkenin ilericileri, entelektüelleri, devrimcileri Chávez’in ve Bolivarcı yönetimin aktif savunucusuydular. Bunda petrolün kamulaştırılması sayesinde halkın gerçek anlamda refaha kavuşmasının etkisi büyüktü. Ama bu desteğin esas kaynağı ilerici düşüncenin Venezuela tarihinde hiç olmadığı kadar sınırsız bir gelişme ortamına kavuşmasıydı.
Devrimden 7 yıl sonra birileri Chávez’in kulağına “öncü parti” kurulması gereğini fısıldadı. O da ülkedeki tüm sosyalist, ilerici çevre ve kişilere çağrıda bulundu. Böylece Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi(PSUV) kuruldu. Ayrıca partiye katılmayan grupların devrime olan desteğini sürdürmeleri için bir vatansever cephe inşa edildi. Böylece devrim çok sesli yapısını bir süre daha korudu.
Kuşkusuz ekonominin istikrasız yapısı ve krizin derinleşmesi yeni serpilen devrimi derinden sarstı. Fakat her şey bu kadar kötü olmak zorunda değildi. Ancak eğer PSUV bu kadar devletle bütünleşip bürokrasinin başta yolsuzluk olmak üzere tüm hastalıklarını “öncü parti”ye taşımamış olsaydı, görece az ve genç bir nüfusa, petrol dışında sayısız zengin doğal kaynaklara sahip bu ülkede refah düşebilir ama insanlar aç kalmazdı.
Ayrıca devrimin liderinin kaybı, bu bozuk ekonomik sistemin ve olağanüstü hızla yozlaşmış devlet partisinin frenlerini boşalttı. Fakat bu durum bile Bolivarcı devrimin aktif savunucusu olan ilerici kesimlerle yönetim arasındaki bağları –her şeye rağmen- sadece zayıflattı, kopartmadı!
Devrimden geriye pek bir şey kalmadığı halde Venezuela’daki devrimci ve ilerici kesimler halen mevcut yönetimi desteklemeye devam ettiler. Kuşkusuz bunda ABD’nin desteklediği sağ kesimlerin varlığına karşı bir arada olma ihtiyacı belirleyiciydi.
Yüksek Mahkeme Guaido’ya karşı pasif devrimcilere karşı aktif
Sonuçta bu bağları koparmaya onlar değil mevcut yönetim karar verdi. 6 Aralık tarihinde gerçekleşecek seçimler öncesi iki önemli devrimci parti Patria para Todos(PPT) ve Tupamaro (Venezuela) yönetimlerine kayyım atandı. Yüksek Mahkeme (TSJ) tarafından atanan yeni yönetimlere bu partilerin seçime kimle, nasıl katılacağı, adayların nasıl belirleneceği, partinin ismi, logosu, tüzüğünün değiştirilmesi dahil her konuda yetki verildi.
Kayyum atanan parti ve yetkilerine el konulan yöneticileri şahsen tanıyorum. 2009’da Venezuela Tupamaro Hareketi’yle beraber başkentin en sorunlu mahallesi 23 de Enero’da bir süre beraber çalışmıştım. Radikal bir devrimci grupken Chávez’in çağrısıyla yasal bir partiye dönüşmüştü. Patria para Todos’un direktörü Rafael Uzcátegui ile ise hem Venezuela hem de diğer Latin Amerika ülkelerinde mesaim oldu. Hiçbiriyle devrim üzerine fikirlerim örtüşmüyor. Ama onların emekçi karakterleri, samimi devrimciliklerine tanığım.
Her iki grup da Bolivarcı Devrimi tüm aşamalarında Amerikancı cepheye karşı savundular. Üstelik sistemden ekonomik ya da bürokratik bir fayda da sağlamadılar. Rafael Uzcátegui gibi emekçiler yaptıkları eleştiriler yüzünden kimsenin yaklaşmadığı “sevimsiz” kişiler durumuna düştüler. Çünkü herkesin fayda sağladığı bir sistemi ve ilişkilerini eleştiriyorlardı. Ancak petrol rantı sona erince bu arkadaşların eleştirilerinin haklılığı kanıtlanmış oldu.
Karar üzerine PPT direktörü Rafael Uzcátegui “Guaido’ya karşı bu kadar yavaş olan Yüksek Mahkeme devrimcilere karşı hızlı” tiviti attı. Gerçekten de ABD’nin Venezuela’ya başkan atadığı Guaido’ya hiçbir yaptırım uygulanamazken şimdiye kadar dört ilerici partiye el konulması ilginçtir. 2018’de UPV ve MEP isimli partiler de aynı yöntemle kapatılmıştı. Üstelik bu partiler Maduro’yu destekleyen PSUV’nin öncülüğünü yapan “Gran Polo Patriotico” cephesinin bir parçasıydı.
Bolivarcı Cephede keyfi tutuklamalar
Yaşananlar sadece devrimi savunan partilerin kapatılmasıyla da sınırlı değil tüm devrimci süreçlerde Bolivarcı yönetimi savunanlar da hedef olmaktan kurtulamıyor. Örneğin 28 Şubatta Venezuela Petrolleri PVDSA yöneticisi Alfredo Chirinos ve eşi Aryenis Torrealba Askeri Karşı İstihbarat Genel Yönetimi (DGCIM) tarafından gözaltına alındılar.
İlk 48 saatte ağır işkence gördüklerini ifade ediyorlar. 16 Nisanda savcı mütalaasını hazırlamış olması gerekirken bu süre 15 gün uzatılıyor. Sonra da pandemi gerekçe gösterilerek yasal süreç durduruluyor. 82 gün sonra avukat talepleri kabul ediliyor. 115 gün sonra iddianame ellerine geçiyor. Suç işlemek için çete kurmak, yolsuzluk ve stratejik bilgilerin paylaşılmasıyla suçlanılıyorlar. Bu arada çifte hapiste COVID+ tanısı konuyor.
Alfredo’nun ailesi antiemperyalist mücadelede uzun bir geçmişe sahip. Annesi PSUV içinde temsil edilen Hugo Chávez Muharebe Birlikleri (UBHC) adlı 13 bin üyeli bir grubun lideri. İkisinin de talepleri Kurucu Meclis önünde savcının delilleri sunması ve buna göre savunmalarını vermek. Zira çift ve aileleri Bolivarcı yönetimle ve uluslararası sol çevrelerle çok güçlü bağlara sahip.
Gazeteci Nicmer Evans’ın tutuklanması
Tanıdığım güvenilir kişiler bu çifte kefil oluyorlar. Ama mesele bu da değil. Sorun öncelikle idarede demokratik standartların ortadan kaldırılmış olması. Operasyonlar askeri istihbarat tarafından yürütülüyor. Bunun en yakın örneği gazeteci arkadaşım Nicmer Evans’ın 13 Temmuzda canlı yayında gözaltına alınıp tutuklanmasıydı. Aynı zamanda MDI isimli küçük bir siyasi grubun da lideri olan Nicmer daima Chávez ve Bolivarcı Devrimi savunmuş fakat son iki yılda mevcut yönetime karşı tavır almıştı. Bu süre içinde Maduro yönetimine karşı sert eleştiriler yöneltmesine rağmen Amerikancı çevreler ona karşı hep mesafeli durdular. Henüz bir iddianame yok ama suçlamanın “nefret yayma” olduğu söyleniyor.
Nicmer siyasi görüşlerinden çok muhalif gazeteci kimliğiyle dikkate alınan birisi. Yayınlarını ben de takip ediyorum ve yaptığının gazetecilik faaliyetinden ibaret olduğunu söyleyebilirim. İktidar üzerine yorumlarını da ülkede olup bitenlere dayandırıyor.
Venezuela’da gözaltı süreçleri denetlenebilir değil. İşkence ve gözaltında kayıplar yaygın. Tutukluluk koşulları tamamen insanlık dışı ve yargı süreçleri keyfi. Örneğin pandemi sebebiyle binlerce kişi mahkemeye çıkarılmadan tutukluluğu sürerken önemli görülen bazı davaların duruşmaları gerçekleştirilip sonuçlandırılıyor. Bazı ayrıcalıklı tutuklular COVID nedeniyle ev hapsine gönderilirken diğerlerinin talepleri bile dikkate alınmıyor.
Bolivarcıları katleden Bolivarcılar
Venezuela’da güvenlik her zaman bir sorundu. Oldum olası güvenlik güçleri keyfi, rüşvete alışıktı. Her iktidar muhaliflerine karşı bu kuralsız gücü kullandı. Ama bu gücün kendi başına hedefler belirleyip, katliamlar gerçekleştirmeyi istikrarlı hale getirdiği bir dönem olmamıştı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Ofisi’nin raporlarına göre sadece bu yıl Ocak-Mayıs ayları arasında Venezuela güvenlik güçleri 1324 sivili öldürdü. Bunların 432’si FAES (Özel Operasyon Güçleri), 366’sı polis (CICPC), 136’sı Ulusal Muhafızlar (GNB) eliyle gerçekleştirildi.
Bu yazı kaleme alınırken 23 Ağustos Pazar günü Özel Operasyon Güçleri FAES “Guacamaya TV”ye operasyon yapıp Andres Nieves Zacarías ve Victor Guerra adlı iki genç gazeteciyi katletti. Askerler cesetlerin yanına silah bırakmayı da ihmal etmediler. Senaryoya göre kanala operasyon yapan güvenlik birimlerine silahla karşılık verilmişti.
Bu örneğine rastlanmamış katliamda can veren gazeteciler Chàvezciydi. Üstelik Maduro’nun lideri olduğu PSUV’un Gençlik Kolları(JPSUV) üyesiydiler. Olayın gerçekleştiği eyalet Zulia PSUV Gençlik Kolları bir kınama bildirisi yayınladı. Bildiride iki JPSUV militanının FAES’in yasadışı operasyonunda katledilmesi ve TV kanalının bu güçler tarafından yağmalanması kınandı. Sorumluların cezalandırılması istendi.
Adalet yoksa demokrasi de devrim de yok
Tabi ki bunların sadece Venezuela’da değil birçok Latin Amerika ülkesinde yaşandığı gerçeğinden haberdarız ve sıkça ifade ediyoruz. Fakat zaten Bolivarcı Devrimi çevresindeki diğer ülkelerden farklı bir demokrasi deneyimi yarattığı için savunuyorduk. Yoksa Venezuela Kolombiya’ya benzesin diye değil.
Tüm bunlar sadece ekonomik krizin sonuçları değil kuralsızlık üzerine inşa edilen siyasi sistemin de bir eseri. Mesela PSUV 2015’te Ulusal Meclis’te azınlığa düşünce Maduro Kurucu Meclis seçimlerine gitti. 2017’de yapılan bu seçimlerde muhalefet dışarıda bırakıldı. Böylece Maduro kendi için bir yasama organı yaratmış oldu. Oysa Kurucu Meclis yeni bir anayasa yapmak için istisnai bir seçenekti.
Başa dönecek olursak ekonomi bir ülkenin kaderinin tek belirleyicisi değildir. Siyasal tercihler sistemin yozlaşmasında ekonomiden daha belirleyicidir. Venezuela örneğinde net biçimde gördüğümüz gibi ekonomi iyiyken kuralları doğru uygulamayan, yöneticileri etik normlara uygun davranmayan, otoritenin keyfi değil kanun ve hukuka uygun olması için kullanılmadığı ülkelerde kriz dönemlerinde toplumsal çöküş kaçınılmazdır. Venezuela ile Küba örneğinin farkı buradadır.
0 YORUM