15 Haziran, 2020 Yazılar
Bolivarcı yönetim içindeki kırılmalar ve Maduro yönetiminin geleceği
Her ülkenin artık karakteri haline gelmiş genel bir havası var. Son bir asırdır Venezuela’nın karakteri Amerikan müdahaleleriyle ordunun belirleyici rolü, yönetimlerin beceriksizliğiyle halkın hiç bitmeyen hoşnutsuzluğu içinde harmanlanmış. Birbirini izleyen aşırı beslenme ya da açlık dönemlerinin sonuncunda spekülasyona ve skandallara meraklı bir toplum, hiç durmaksızın süren isyanlar ve kitlesel katliamlarla şekillenmiş ilginç bir karakter ortaya çıkmış.
Bu ülke, bayrağının renklerini de aldığı tropikal bir papağan olan Guacamayo’ya (“Ara”olarak da bilinir) benzer. Olağanüstü güzel renklere sahip, heybetli, kanatlarını açıp uçarken insanı hayran bırakan bu kuş kavgacı, gürültücü ve bir yuva bile yapma becerisinden yoksundur.
Her toplum kendine göre az ya da çok becerilere ve güzelliklere sahiptir kuşkusuz. Örneğin biz de niye Almanlar, Japonlar ya da Ruslardan daha becerikli değiliz diye hayıflanmıyoruz.Ama hiç olmazsa kendi ekmeğimizi, barajımızı, hastanemizi yapacak kapasiteye sahibiz. Ekmekle barajı nasıl bir kefeye koyduğuma şaşabilirsiniz. Ben de ilk kez Venezuela’ya gittiğimde Bolivarcı yönetimin en rağbet edilen kursunun ekmek yapımı üzerine olduğunu gördüğümde şaşırmıştım. Ne yazık ki buradaki halk hamur yapmayı dahi bilmiyordu. Tanıdıkça Venezuelalıların bölgenin üretim tecrübesinden en yoksun ve en dağınık ulusu olduğunu anlayacaktım. Üretimden o kadar uzaklaşmışlardı ki çoğunun artık bu yönde bir çaba geliştirmek bile akıllarına gelmiyordu. Bunu en çok Kolombiya sınırında fark etmiştim. Venezuela’daki hareketsizlik yerini birkaç yüz metre ilerdeki Kolombiya tarafında hummalı bir faaliyete bırakıyordu. Venezuela tarafında meyveler ağaçlarda çürürken Kolombiya’da bu bir geçim kaynağına dönüşüyordu. Venezuelalılar sadece ülkelerine düşük gümrükle giren ucuza edindikleri yabancı malların kaçakçılığını yapıyorlardı. Birçok kamulaştırmanın sonu da aynı biçimde oldu. Örneğin bir demir çelik fabrikası kamulaştırılınca işçiler depodaki demiri satıp işi bırakmışlardı. Kazanları soğuyan fabrika da kullanılmaz hale gelmişti.
Latin Amerika’da rüşvet geleneksel ve yaygın bir olgudur. Venezuela’da ise neredeyse bir kaidedir. Herhangi bir işi rüşvetsiz gerçekleştirmek hemen hemen imkansızdır. Örneğin şehirlerarası bir yolculuk sırasında otobüs her eyalet girişinde askerler tarafından durdurulur ve haraç alınır. Zorla değil: zira otobüsteki herkes bir şey kaçırdığından aranmaktansa askere biraz haraç vermek işine gelir.
2. Liderlik meselesi
Sevgili Kumandanımız Chávez sağlığında çok kolay kamulaştırma ve halka destek paketi açıklardı. Mesela bir gün ben başkentte Bolivar Meydanında otururken gelmiş ve eliyle şöyle tüm mahalleyi gösterip buraları kamulaştırıyorum demişti. Çok sempatik bir adamdı. Savaş bile ilan etse espri yapmadan duramazdı. O yüzden her söylediği gibi bu da şaka hissi uyandırmıştı bende.
Venezuela’da başkanın süper yetkileri vardır. Çoğu zaman oligarşiden kurtulma yolu da buydu. Bir oligarktan kurtulmak için çoğunluğu dağ-taş olan verimsiz arazilerine 2 milyar dolar para dökmek zorunda kalmıştı.
Kumandan iyi bir vatansever, samimi bir sosyalist ve fırsat kollayan bir devrimciydi: Hem birkaç kere yakından görme, konuşma imkanına sahip oldum hem de hakkında uzun gözlemlerim oldu. Ayrıca yakınlarda kaybettiğimiz ve bir aralar danışmanı olan Marta Harnecker’le de Chávez üzerine sohbet etme imkanı buldum. Marta, Şili’de Allende döneminde devrimcilik yapmış, Pinochet darbesiyle ülkesini terk etmek zorunda kalmış ve sonra Küba’ya yerleşip 30 yıl da orada yaşamıştı. İktidara gelen Chávez tarafından bizzat Venezuela’ya davet edilmişti. Yani yakın tarihin üç önemli sosyalist deneyini bizzat yaşamış ve mücadelesinin bir parçası olmuştu.
Chávez’in tüm stratejisi petrol üzerine kuruluydu. Petrolün millileştirilmesiyle elde edilecek kaynağın Venezuela’yı çok hızlı dönüştüreceği ve bu zenginlik üzerine bir sosyalizm inşa edeceği konusunda hiçbir şüphesi yoktu.
Birincisi, bu sandığı kadar kolay gerçekleşmedi ve etkileri uzun sürdü. Anayasal süreç uzadı, ayaklanma ve darbe oldu, petrol rafinerileri yakıldı, petrol endüstrisi çöktü vs. İkincisi, yeniden organizasyon için gerekli olan ulusal kaynak bir tarafa, günlük ihtiyaçlar için bile devletin harcamaları -petrolün varili 140 dolarken bile (Maduro döneminde bu rakam asla 30 doları geçmedi)- elde edilen gelire yaklaşamadı.
Üçüncüsü, devletleştirme politikaları pratikte iflasla sonuçlandı. Kamulaştırma için verilen büyük paralardan sonra işletmelerin sürdürülebilmesi için gerekli sermaye ve nitelikli eleman olmadığından binlerce işletmeden birkaçı elde kaldı.
Dördüncüsü, maliye politikası hiçbir zaman belli bir plan dahilinde uygulanmadığı için mali istikrar asla sağlanamadı. Bu nedenle ulusal para birimi çöktü, hiperenflasyon kronikleşti.
Beşincisi, frenlemek için devletten egemen elitlere büyük gelir aktarımı yapıldı. Dövizin sabit kura bağlanmasından tek yarar sağlayanlar finans sektörü oldu. Zira ithalat yetkisi olan büyük şirketlerin hepsi bunların elindeydi. Devletten aldıkları ucuz dövizle büyük bir karaborsa inşa ettiler. Ülkede hiçbir alanda denetleme yapılamadığı için o kadar azıttılar ki artık sahte ithalat belgeleriyle döviz elde etmeye başladılar. Bu iş Maduro’nun son dönemine kadar sürdü. Zira artık devletin kasasında bu kesimlere aktarılacak tek kuruş kalmamıştı.
Altıncısı, halka yapılan destekler (Misiones Sociales) yerine ulaşana kadar kuşa dönüyordu. Chávez çıkıp 100 milyon dolarlık bir paket açıkladığında bu halka ulaşana dek dörtte birine iniyordu. İş öyle ayyuka çıktı ki ta Uruguay’da firma kuran eski solcular bile bundan nemalandılar. Skandallar hiç bitmedi.
Maddeler daha çok uzatılabilir. Toparlarsam Bolivarcıların iktidarda olduğu Venezuela’da son 20 yılda tutarlı bir siyasal idare, adalet sistemi ve ekonomi asla kurulamadı. Sonuçta hedeflerden o kadar uzaklaşıldı ki artık toparlamanın bir imkanı kalmadı. Sosyal ve siyasal sistem işlemediği için emperyalizmin ve soysuz muhalefetin saldırılarına karşı direnme dışında Bolivarcı yönetimin haklılığına inanabileceğimiz pek bir şey yok.
3. Emperyalist istila meselesi
Eğer Latin Amerika ABD’nin arka bahçesiyse, bu şüphesiz Venezuela’dan başlar. Kıtanın belki de en önemli politologu Atilio Boron’a bir defasında bunu sormuştum: “ABD’nin küresel hegemonyasının zayıfladığını tespit ediyoruz. Öyleyse arka bahçede işler değişebilir mi?”. O hiç düşünmeksizin, kesin biçimde “yanki” dedi “buraları asla terk etmez”.
Gerçekten de ABD’nin Latin Amerika’daki etkisi dünyanın hiçbir bölgesiyle karşılaştırılamayacak düzeydedir. Sistem içinde bırakalım siyaseti, orduyu, polis teşkilatını, kapıcı sendikasına kadar ABD denetiminde olmayan yapı yoktur. Bu durumun düzelebilmesi için Küba gibi çok sert ve uzun süreli bir kopuş gereklidir. (Ki buna rağmen her dönem Küba’da birçok üst düzey yöneticinin ABD ile gizli ilişkileri tespit edilmiştir. Bunun için ABD’ye kaçan istihbarat başkanları, ordu komutanlarına bakmak yeterlidir)
ABD’nin bir Latin Amerika ülkesinde darbe planlaması ya da o ülkede istikrarsızlık yaratma girişimleri herkes için hayatın gündelik akışının bir parçasıdır. Çünkü ABD iki asırdır bunu yapmaktadır. İstila, işgal, darbe vb emperyalist girişimlerin dökümünü yapsak burada sayfalar tutar. Dolayısıyla aslında Latin Amerika’da ABD baskısı altında olmayan hiçbir yönetim ve ülke yoktur.
Merkez karargahı Florida’daki La Tampa üssünde olan ABD Güney Ordusuna birkaç saat uçuş mesafesinde olan Venezuela başkenti Karakas’ın bu tehditten uzak olması mümkün değildi. Ayrıca herhangi bir bağımsızlıkçı, anti emperyalist, Küba ile birlikte hareket eden bir akımın ABD’nin şiddetini üzerine çekmemesi düşünülemez. Uzatmayalım, Venezuela’daki yönetimin alternatif bir sosyalizm gerçekleştirme beceri ve imkanı ne kadar düşük olursa olsun ABD’nin her türlü düşmanlığına maruz kalmıştır. Bu konuda ABD’nin bir utanması çekinmesi de bulunmamaktadır. Şimdi Guaido’yu Venezuela’ya başkan atanmasını Trump’un arsızlığına bağlıyorlar ama her darbeden on dakika sonra cuntayı meşru yönetim olarak tanıyan ABD’dir. Sanki Obama Venezuela’daki yönetimi yıkmak için paramiliterlerden, öğrenci örgütlerine kadar Bolivarcılara karşı olan herkesi desteklemedi. Bizzat Obama döneminde Paraguay’da, Honduras’ta, Brezilya’da darbe olmadı mı?
Fakat ABD çapında bir gücün gerçekten istila ve savaş için düğmeye basması bir şey, istikrarsızlık yaratmak için başıbozuk grupları desteklemesi başka bir şeydir.
Bildiğimiz bazı gerçekler var: Öncelikle Venezuela çapında bir ülkeye yapılacak bir istila ve işgal hareketinin maliyeti çok yüksek olur. ABD belki bu bedeli ödemekten kaçınmaz ama Venezuela’nın Irak’a dönüşmesinin sonucunda Kolombiya ve Brezilya gibi bölgedeki ittifakları içinde sonsuz karışıklar çıkar, savaş tüm bölgeye yayılır.
Buna rağmen, Trump’un görevden alınan Ulusal Güvenlik danışmanı John Bolton askeri seçeneği hep ilk koz olarak masada tutuyordu. Hatta Kolombiya’ya 20 bin asker gönderileceğini bir dosyanın üzerine yazıp basının önüne çıkmıştı. Kısa sürede bu gösterisi alay konusu oldu ama bu Kolombiya’dan binlerce paramiliterin Venezuela’ya yönelik istikrar bozucu faaliyette bulunduğu gerçeğini değiştirmedi.
a) “Gedeón Operasyonu” Venezuela’nın Domuzlar Körfezi mi?
Geçtiğimiz 3 Mayısta Macuto ve Chuao sahillerinde etkisiz hale getirilen iki paramiliter grupta iki eski Amerikan askerinin ele geçirilmesi ABD’nin bir istila hazırlığında olduğu şüphesini uyandırdı. Silvercorp adlı bir güvenlik şirketi için çalıştıkları anlaşılan bu eski ABD askerleri, devlet televizyonunda kayıtları yayınlanan ifadelerinde, amaçlarının devlet başkanı Maduro’yu öldürmek ya da kaçırmak olduğunu söylediler. Operasyon adını İsrail’in mitolojik bir kahramanı olan “Gedeón”dan almıştı.
26 Martta ABD Adalet Bakanlığı “Güneş Karteli”(Cártel de los Soles) davasında Maduro ile beraber on beş üst düzey Bolivarcı yönetici hakkında para ödüllü yakalama emri çıkarmıştı. Güneş Karteli davası adını Bolivarcı Ulusal Silahlı Kuvvetleri’nin(FANB) simgesi olan güneşten almıştı (Venezuela ordusu rütbelerde yıldız yerine güneş simgesi kullanıyor). Zira bu davada ABD’ye yönelik büyük çaplı uyuşturucu ticareti gerçekleştirdikleri iddia edilenlerin çoğu FANB mensubuydu.
Maduro hakkında yakalama emri çıktıktan bir ay sonra, Venezuela sahillerinde içinde eski ABD askerlerinin olduğu grupların yakalanması, 1961’de Castro yönetimini yıkmak için karşı devrimcilerden oluşan ABD destekli bir ordunun Domuzlar Körfezi’ne çıkarma yapmasını anımsattı. Fakat Venezuela’daki durum Küba’daki kadar açık değildi. Ortada Domuzlar Körfezi çapında bir istila hareketi olduğuna dair bir veri bulunmuyordu. Ayrıca operasyonun gerçekleşme biçimiyle ilgili bazı gariplikler vardı.
3 Mayıs sabahı Venezuela sahillerinde etkisiz hale getirilen ya da ele geçirilenlerin sayısı 19’du. Bolivarcı ordu, polis ve milis teşkilatının başlattığı genel operasyonlarda ise toplam 60 kadar paramiliterin yakalandığı açıklandı. Domuzlar Körfezinde ise çıkartma gemileri, uçaklar, anfibi araçlar ve tanklar desteğinde birkaç bin silahlı karşı devrimci mevcuttu.
Venezuela’ya yönelik paramiliter faaliyetler ise yeni değildi. Zaten Brezilya ile sık ormanlar ve su havzalarından, Kolombiya ile ise dağlık alanlardan oluşan sınırları denetlemek neredeyse imkansızdır. Venezuela sınırlarında kaçakçılık ve başka amaçlarla sayısı muhtemelen binlerle ölçülebilecek paramiliterin bulunduğunu söyleyebilirim. Bu veri ise tek başına ABD’nin bir istila hareketi başlattığı anlamını taşımaz. Zira bölgenin gerçekliğini ifade eder.
b) Herkesin beklediği istilacılar
İstilanın gelişim sürecinde şaşırtıcı bazı olaylar yaşandı.
Şöyle ki; 23 Martta Kolombiyalı güvenlik birimleri ABD ile ilişkili bir şirkete ait bir kamyon silah ve askeri mühimmat ile 1 milyon dolar para yakalandığı bilgisini ilettiler. Kolombiya’da kaçak durumda olan eski Bolivarcı General Cliver Alcala, 26 Martta basına, ele geçirilen malzemenin “Maduro diktatörlüğüne karşı bir operasyonda kullanılacağı”nı söyledi. Alcala’nın açıklamasına göre Maduro’yu devirmek için “devlet başkanı” sıfatıyla altına Guaido’nun da imza attığı bir anlaşma vardı.
FANB dünyada en çok “generali” olan ordudur. Resmi verilere göre 123 bin muvazzaf bulunan Venezuela Silahlı Kuvvetlerinde 2000 general bulunuyor (Bu rakam 1,5 milyon askeri olan ABD’de 900, 550 binlik TSK’da 300 dolayındadır). Ancak Cliver Alcala sıradan bir asker değil. 1992’de Chávez’le beraber silahlı ayaklanmayı başlatan komutanlardan biridir.
Daha da şaşırtıcı olan General Alcala’nın 26 Martta ABD Adalet Bakanlığı’nın Maduro ile beraber yakalanacak 15 üst düzey Bolivarcı arasında olması. Başına 10 milyon dolar ödül konan eski General Alcala, 27 Martta Kolombiya istihbaratı DNI’ye teslim oldu ve ABD’ye yargılanmak üzere götürüldü.
Oysa General Alcala, ölümüne dek Chávez’e sadık kalmıştı. ABD’nin hakkındaki uyuşturucu kaçakçılığı suçlamaları ise yeni değildi. İddiaya göre; 2008’de FARC liderlerinden Raul Reyes’in Ekvador’da öldürülmesiyle elde edilen bilgisayar kayıtlarında Cliver Alcala ile bu örgütün ilişkileri ortaya çıkmıştı. 2013’te Chávez’in ölümüyle görevlerinden alındı. O tarihten bu yana Maduro yönetimine muhalefet etmekteydi. Alcala’nın 2018’de Kolombiya’ya kaçışı muhalefet cephesine katılmasıyla gerçekleşebildi. Başka türlü ABD’nin uyuşturucu trafiğiyle suçladığı bir eski askerin Kolombiya’da elini kolunu sallayarak gezmesi mümkün değildi.
General Alcala, Silvercorp güvenlik şirketinin sahibi ABD’li eski asker Jordan Goudreau ile tahminen 300 Venezuelalıya Kolombiya sınırında askeri eğitim vermekteydi. Alcala’nın bahsettiği anlaşma belgesi Bolivarcı yönetim tarafından yayınlandı. Belgenin altında Guaido’nun da imzası bulunuyor. (Bu bilgi Goudreau tarafından da teyit edildi ve gerekli ödeminin yapılmadığını açıkladı.)
Silvercorp, 2019 Şubatında Kolombiya’da Guaido’ya destek için gerçekleştirilen “Venezuela Aid Live” konserinin güvenliğini sağladığından muhalefetle bu şirket arasında bir ilişki olduğu açıktı. Guaido, Silvercorp’la ilişkisi olduğunu yalanlamamakla beraber aralarındaki anlaşmanın Maduro’ya yönelik bir eylemi içermediğini söyledi.
Aslında Guaido’nun açıkça Venezuela’daki yönetimin yıkılması hedefiyle ABD ile bir komplo planının baş aktörü olduğunu ispata da gerek yoktu. Ama bu defa yakalanmış eski ABD’li askerlerin ifadeleri ve Silvercorp’la yapılan anlaşma belgesi vardı. Bolivarcı yönetim yine de Guaido’ya dokunmadı.
Bir başka tuhaflık da olaydan iki gün önce 1 Mayısta Associated Press’in Goudreau ile ilgili geçtiği bir makaleydi. Yazıda Silvercorp’un sahibi Goudreau’nun “başı bulutlar üzerinde olan birileriyle” Venezuela’ya saldırı planları yaptığından bahsediliyordu. Ajansın 27 Mayısta gazeteci Joshua Goodman’a dayanarak geçtiği bir başka habere göre ise Goudreau ve Venezuela’da yakalanan iki eski ABD askeri, Bolivarcı yönetime yakın iş insanı Franklin Duran’ın uçağıyla Ocak ayında Miami’den Bogota’ya gelmişti. Aynı gün iş insanı Duran’ın Bolivarcı yönetim tarafından istila hareketini finanse etmekten gözaltına alındığı haberlere düştü.
Oysa Duran, Bolivarcıların parasını aklamaktan dört yıl ABD’de hapis yatmıştı. Joshua Goodman’ın, AP News’te, 3 Mayıstaki başarısız sızma harekatından bir gün önce, “eski yeşil berelinin başarısız Maduro’yu devirme girişimi” başlıklı bir yazısı yayımlandı. Goodman bu yazısında Sivercorp’un sahibi eski ABD askeri Jordan Goudreau ve Venezuela’ya yönelik faaliyetleri hakkında çok ayrıntılı bilgiler vermekteydi.
23 Martta yakalanan silahlarla ilgili Kolombiya otoritelerinin yaptığı soruşturmada Yacsy Alezandra Álvarez Mirabal adına ulaşıldı. Mirabal silahları temin eden kişiydi. 39 yaşındaki bayan Álvarez Mirabal, VENOCO adlı Venezuela devlet şirketinin müdürüydü. Kolombiya istihbaratına göre bayan Mirabal 15 Şubatta Barranquilla kentinden Miami’ye gidip geri gelmişti. Venezuela petrolleri PVDSA’ya bağlı bir şirket olan VENOCO’nun müdürlüğünü yapan Mirabal’ın Miami’de bir evi ve kendi adına kayıtlı bir şirketi de bulunmaktaydı. Álvarez Mirabal silahların yakalandığı tarihten bu yana kayıp durumda.
c) Bolivarcı askerler, Bolivarcı burjuvalar ve Amerika rüyası
30 Nisan 2019 günü Karakas’taki La Carlota Hava Üssü’nün ele geçirilmesi girişimiyle başlayan ve başarısız olan askeri kalkışma yakın tarihin en somut darbe girişimiydi. Darbe yalnızca silahlı kuvvetlerin içindeki küçük bir grubun hareketinden ibaret değildi. Bolivarcı istihbarat servisi SEBIN’in şefi General Manuel Ricardo Cristopher Figuera’nın aktif katılımıyla gerçekleşmişti. Darbeden sonra ABD’ye sığınan Figuera’yı buna ikna eden de Dr. Cesar Omana adlı iş insanıydı. 40 yaşındaki Dr. Omana yalnızca Bolivarcı yönetimle iyi ilişkilere sahip değildi. Üstelik Chávez’in New York’ta yaşayan kızı Maria Gabriela’nın da arkadaşıydı.
SEBIN’in eski şefinin itiraflarına göre Maduro’nun Küba’ya gönderilmesi planının önemli unsurlarından biri de Raul Gorrin’di. Gorrin daha önce muhalefetin elinde bulunan en büyük Globovision Televizyonunu, 2013’te Chávez’in desteğiyle, satın alacak kadar iktidara yakındı. Bu nedenle ABD’de hakkında yolsuzluk ve para aklamaktan dava açıldı. Açılan dava yine Chávez’in ABD’ye sığınmış eski bir bürokratı olan Alejandro Andrade Cedeno’nun itiraflarına dayanmaktaydı. 2019’da ABD gümrük ajansı tarafından arananlar listesine alındı. Ancak bundan daha önce 2017’de Gorrin’in ABD Başkan yardımcısı Mike Pence ile görüştüğü haberleri çıktı. Bir başka habere göre Gorrin, 30 Nisan darbesinde ev hapsinden kaçarak İspanya büyükelçiliğine sığınan radikal sağcı Leopolde Lopez’in karısı Lilian Tintori’ye 500 bin dolar vermişti.
Gorrin dışında çok sayıda “Bolivarcı Burjuva” (Boliburgues) Chávez’in ölümünden sonra ABD’ye sığındı ve değişik hapis cezaları aldılar. Bunlardan biri de Gorrin’le ilişkili Gabriel Arturo Jimenez’di. Jimenez para aklama operasyonları için Dominik Cumhuriyeti’nde bir banka dahi satın almıştı. Jimenez’e ABD makamlarıyla yaptığı anlaşma sonucu üç yıl hapis cezası verildi.
Görünen o ki Bolivarcı yönetimin “en kıdemli” gazetecisi Walter Martinez’in bir zamanlar söylediği şey gerçekleşmiş, “kızıl bereli burjuvalar” paralarını Miami’de harcayamaz hale gelince devrimi terk etmişlerdi.
Aslında Walter Martinez’in kariyeri Venezuela’daki yeni sınıfsal yapıyı özetlemektedir. 79 yaşındaki deneyimli gazeteci Martinez’in 1994’te başladığı “Dossiers” adlı programı bir süre sonra durdurulmuş ve Chávez’in iktidara gelişiyle Venezuela Televizyonu’na(VTV) geri dönebilmişti. Ancak bu defa 2005’te hükümet içindeki bazı kesimlere yönelik eleştirileri sebebiyle programı yine iptal edilmişti. Martinez o zaman kameralar önünde tarihe geçecek şu sözleri etmişti: “Chávez’siz Chávezciliğe oynayan ve çalmak için kafalarına kızıl bere takanlardan bıktım”. Martinez’in bir süre sonra yeniden döndüğü programı 2020’de yayından kaldırıldı. Walter Martinez, başta kıtasal yayın yapan Telesur ve ulusal televizyon VTV olmak üzere Bolivarcı yönetime bağlı tüm kurumların yolsuzluk batağında devrimi sattıkları şikayetinde bulunmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında 3 Mayıstaki istila girişiminde Chávez’in eski silah arkadaşı ve ABD’nin en çok arananlar listesinde yer alan General Cliver Alcala’nın, Franklin Duran’ın ya da bazı Bolivarcı bürokratların desteğinin olması şaşırtıcı değil.
ABD’de bulunduğu düşünülen bir başka üst düzey Bolivarcı ise Hugo Carvajal’dır. Chávez’in 4 Şubat 1994’te komuta ettiği darbeye katılan komutanlardan olan Carvajal 2007-2014 arasında toplam 7 yıl askeri istihbaratı yönetti. General Cravajal’ın döneminde askeri istihbaratın yapısı ve doktrini tamamen değiştirildi. Aynı dönemde Küba’nın Venezuela askeri istihbaratı üzerinde belirleyici bir güce erişti. ABD, Carvajal’ı Venezuela’nın bölgedeki tüm istihbari faaliyetlerinden sorumlu tuttu. Bunların başında da kıtanın en büyük gerilla örgütü Kolombiyalı FARC-EP ile ilişkiler vardı. ABD’nin “Güneş Karteli” davasındaki temel dayanak da buydu. İddiaya göre FARC’ın Venezuela sınırında serbest hale gelmesiyle uyuşturucu trafiği Venezuela üzerinden yapılır hale gelmişti. Carvajal’ın FARC liderliğinden uyuşturucu ticareti üzerinden gelir elde ettiği suçlaması ilk olarak 2008’de yapıldı.
Carvajal son olarak, Chávez’in ölümünden sonra sadece bir dönem, hükümetin mevcut meclise alternatifi, “Kurucu Meclis”inde (Asamblea Nacional) temsilcilik yaptı. ABD’nin hakkında uluslararası yakalama emri yayınladığı Carvajal, 2019 Şubatında İspanya’da ev hapsine alındı. Aynı yılın Kasım ayında iade kararı kesinleşti fakat adresinde bulunamadı. Maduro ile beraber ABD’nin aranma listesindeki 15 üst düzey Bolivarcı yöneticiden bir olan Carvajal’ın ABD otoritelerinin elinde bulunduğu iddia edilmektedir. Geçtiğimiz 28 Martta Venezuelalı gazeteci Ibéyise Pacheco tarafından geçilen haberi Reuters haber ajansı da doğruladı. Carvajal’ın kendi isteğiyle İspanyol İstihbarat Merkezi’ne (CNI) teslim olduğu ve ABD’ye gönderildiği bildirildi.
4. Propaganda meselesi
Dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip Venezuela artık ihtiyacı olan benzini dahi üretemiyor. Bunun nedeni benzinin üretilmesi için gerekli kimyasalları ABD ambargosu sebebiyle tedarik edememesi. Yakın zamana kadar bu ambargoyu Rus petrol şirketi Rosneft'e ham petrol verip karşılığında benzin alarak aşabiliyordu. Fakat Rosneft, ABD'nin yaptırım kararından zarar görmemek için Venezuela'yı terk etti. Son bir aydır benzin karaborsaya düşerek asgari ücret seviyesine yani 3-4 dolara çıktı. Geçen hafta İran Venezuela'ya gemi ile 1 milyon varil benzin gönderdi. (ABD bu sevkiyata sesini çıkarmadı ve karşılığında İran’ın elinde esir bulunan donanma askeri Michael White’ı geri aldı.)
Maduro yönetimi İran tankerlerinin gelişini emperyalist ablukayı kıran bir zafer propagandasına dönüştürdü. Venezuela sularına giren tankerlere eşlik eden iki F-16 ve bir Sukhoi jeti canlı yayında ABD’ye karşı askeri bir gövde gösterisi gibi sunuldu. Ancak gösterilenin aksine Venezuela hava kuvvetleri uzunca bir süredir operatif yeteneğini yitirmiş durumda. Bu F-16’ların radar ve füze atış sistemleri çalışmıyor. Sukhoi ise onlardan daha kötü durumda. Hava kuvvetlerinin bakım ve ikmalini sağlayacak teknik personeli ve yedek parçası yok. Ordu liyakate dayanmayan atamalar ve artan maliyetler nedeniyle teknolojik yeterliliğini yitirdi.
İran’ın gönderdiği benzinin bir ay yetmesi bekleniyor. Ayrıca hükümetin benzini sübvanse edecek kaynağı bulunmadığından, altın karşılığı alınan bu benzine Venezuela tarihinde görülmemiş bir zam yapmak zorunda kaldı. Buna göre bir depo benzin asgari ücretin dörtte birine dolacak.
Benzin sıradan vatandaşın işe gidebilmesi, malların taşınması, çarkların dönmesi, gıda üretimi yani her şey için lazım. Benzin krizi başta gıda sorunuyla mücadele eden Venezuela halkının durumunu daha da kötü bir hale getirecek.
Chávez zamanında günde 3 milyon varil olan petrol üretimi bugün 6 bin varile düşmüş durumda. Petrol Venezuela'nın güvenip sığındığı tek dağdı. Şimdi o dağın gölgesinin bile Venezuelalılara hayrı yok.
5. Zafer meselesi
“Che” kuşaklar boyu dilden dile taşınan “Zafere Kadar Daima. Kazanacağız!” yeminini bize miras bırakmıştı. Kumandan Chávez ise “Che’nin şiarına “Yaşayacağız ve Kazanacağız” sözünü eklemişti. Aslında bu kıtada hak mücadelesinin kazanma kararlılığı kültüründeki umut ve neşeden beslenir. Bu büyük insani özellikler ise kuşkusuz yerli ve kara derili halkın yüzlerce yıllık direnişinin sonucudur. Gençler, yoksullar ve devrimciler Chávez’in onca darbe ve zorluklara rağmen neşeyle mücadeleyi sürdürmesine aşık olmuşlardı. Kumandanın her koşulda bir çıkış yolu bulacağına duyulan inanç tamdı.
Şimdi ise artık Venezuela’da gerçekten zaferi yüreğinde hisseden kimse kalmadı. Bunu açlık ve hastalıkla boğuşan sıradan Venezuelalıya bakarak söylemiyorum. Bizzat Bolivarcı yönetimin temsilcilerinden çıkardığım gözlemlerim var. Bazılarının ani bir çöküşte ülkeyi terk etmek için gerekli hazırlıklar yaptığına tanığım. Devrimi sırtlayan, Chávez’e darbe yapıldığında sokağa çıkıp halkı mücadeleye katan birçok öncünün mevcut yapıdan bir beklentisi kalmadığını biliyorum.
Venezuela’daki süreç bize gerçek zaferlerin hakiki kahramanlar tarafından gerçekleştirilebileceğini kanıtladı. Propagandalar üzerine inşa edilen sahte zaferlerin halkın içinden çıkan gerçek kahramanları değil korkak ve çıkarcı kişileri güç sahibi yapacağı görüldü. Bu tip kadrolara dayanan bir iktidarın halka vereceği bir şey olamayacağını da.
0 YORUM