31 Aralık, 2017 Yazılar
Belki de tarihin en nefret edilen kişisi Cortés; Amerika’nın ilk fatihi, Aztek imparatorluğunu üzerinde taş kalmamacasına yıkan adam, yağmacı ve Meksika’dan Orta Amerika’ya halkları köleleştiren hükümran, oportünist din taşıyıcısı, Castilla dilini ve kılıcını egemen yapan, büyük soykırımcı, katil ve komplocu öldükten tam 247 yıl sonra bile unutulmamıştı.
27 Eylül 1821’de Meksika, İspanya’yla zincirlerini kırıp bağımsızlığını ilan etmişti. Fakat bağımsızlık önderleri rahiplerdi ve kurdukları devlet de din egemenliği altında bir imparatorluktu. Bu tuhaftı zira Meksikalılar İspanyolları kovmuştu ama halen onların dini boyunduruğunu sürdürüyordu. Neyse ki bağımsızlıkçılar güçlendi ve 1823’de bir federal cumhuriyete geçebildi. Bağımsızlıkçılar iktidara geldiklerinde akıllarında bir isim vardı: Hernán Cortés.
Belki de tarihin en nefret edilen kişisi Cortés; Amerika’nın ilk fatihi, Aztek imparatorluğunu üzerinde taş kalmamacasına yıkan adam, yağmacı ve Meksika’dan Orta Amerika’ya halkları köleleştiren hükümran, oportünist din taşıyıcısı, Castilla dilini ve kılıcını egemen yapan, büyük soykırımcı, katil ve komplocu öldükten tam 247 yıl sonra bile unutulmamıştı.
Cortés’in kemikleri Ulusal Saray’ın, Katedralin ve Tenochtitlan yıkıntılarının karşısındaki Zocálo Meydanında yakılmalıydı. Ancak o zaman Meksikalıların ataları rahat uyuyabilirdi. Fakat farklı düşünenler de vardı. 15 Eylül 1823 gecesi hükümetin içinden, İçişleri Bakanı Miguel Aleman yanına Jesus Hastanesinin yöneticisi Joaquin Canales’i alarak Cortés’in mozolesine indi.
“Hospital Jesus”, 1524’de Hernán Cortés tarafından kurulan Amerika kıtasının ilk hastanesiydi. Bakan Aleman ise aynı zamanda bir tarihçiydi. Ona göre Cortés’in kemikleri tarihin bir yadigarıydı, yok edilmemeliydi. Bir bakan ve bir doktor yanlarında kimse olmaksızın önce Cortés’in kemiklerinin bulunduğu kutuyu yerinden çıkardılar. Sonra büstünü ve diğer yadigarları toplatıp İtalya’ya giden bir gemiye yüklettiler. Böylece kemiklerin ülke dışına çıktığı izlenimini verdiler ve Cortés’in vasiyetine uyarak onu fethettiği topraklardan ayırmadılar. Hastanenin içindeki şapelin tahta döşemelerinin altına naaşını gizlediler.
13 yıl boyunca döşemelerin altında kalan Cortés’in kemikleri yine gizlice bir duvar içindeki çekmeceye hiçbir işaret olmaksızın nakledildi. Fetihçinin kemikleri ta ki 1946’da bir grup antropolog bazı belgeler bulana dek burada 110 yıl boyunca unutuldu. 24 Eylül Pazar günü Cortés’in kemiklerinin bulunduğu duvarı yıkıp ondan geriye kalanları açığa çıkardılar. Ölümünden tam 400 yıl sonra 9 Temmuz 1947’de kemikler Cortés’in vasiyetine uyarak hastanenin yanındaki kilisenin duvarına gömüldü.
Cortés’in naaşı 2 Aralık 1547’de öldükten sonra toplam sekiz kez yer değiştirdi. Sevilla’da bir manastırın bahçesine gömülen naaşı 1550’de manastırın içindeki kiliseye taşındı. 1566’da ailesi Cortés’in vasiyetine uyarak onu Meksika’ya götürmeye karar verdiler. Texcoco kentinde annesi ve bir kızının mezarını olduğu kiliseye gömüldü. 1629’da din otoriteleri onu daha önem verdikleri Meksika başkentinde (bugün “Çinili Ev” olarak bilinen Madero caddesindeki binanın karşısındaki) San Francisco kilisesine naklettiler. Burada bina onarımı sebebiyle 1716’da yeri değişen Cortés’in naaşı Jesus Hastanesine taşınarak oradaki mozoleye yerleştirildi.
Fetihe çıkış
Cortés bir asker ya da üst sınıftan bir soylu değildi. Hidalgo sınıfından bir aileye mensuptu. Bu yarı feodal ve hıristiyan kökeni güçlü ailelere verilen bir unvandı. Zengin bir aile olmamasına rağmen Hernán Cortes üniversiteye gitme imkanı buldu. Hukuk fakültesinde bir sene okuduktan sonra bırakıp noter olmaya karar verdi. Doğduğu Sevilla kenti, Amerika’ya keşfe giden gemilerin hareket yeriydi. 1511’de Küba seferine katıldı. O sırada ana kara tanınmıyordu. Sadece Küba, Dominik gibi Antillerde İspanyol güçleri vardı. Küba’da köle ticareti yapmaya başladı. Bir ara Santiago’da idari hiyerarşide yer edindiyse de bu geçiciydi. Asıl arzusu ana karaya sefer düzenlemekti. Colomb’un Yeni dünya’ya varışından beri pek bir şey bulunamamıştı. Fakat Cortés’in zengin toprakların varlığına dair güçlü bir inancı vardı.
Küba valisi Diego de Velazquez 1518’de Meksika körfezine yapılacak sefer için bir komutan arıyordu. Baldızıyla evli olan Hernán Cortés’i seçti. Onu seçmesinin gerçek nedeni bu ailesel bağ değildi zira kişisel bir yakınlıkları yoktu. Cortés’i pek tanımıyordu ama onu güvenilir buluyordu. Oysa kısa sürede bu izlemini yitirecekti.
Cortés sefer hazırlıkları için gerekli paranın üçte ikisini borç aldı. Geri kalanını vali Velazquez temin etti. Üç ay içinde 13 gemi yaptırıp; 500 dolayında asker, 100 denizci, 14 top, 13 tüfek, 32 kundaklı yay ve 20 savaş atıyla sefere çıkmaya hazır hale geldi. Bu küçük ama etkili bir orduydu. Vali Velazquez bu büyüklükte bir sefer hazırlanmasını müsriflik olarak görüyordu. Cortés’in gemilere aylar boyu yetecek erzak doldurması karşısında şaşkınlığa düşen Velazquez tüccarların ona mal satmasını bile yasakladı. Üstelik hazırlıklar sırasında valiyi hiç bilgilendirmeyen Cortés’in tavrı çok aşağılayıcıydı. Vali Velazquez, Cortés’in ona değil kendi hesabına çalıştığını anlamakta gecikmişti.
Cortés’in fethi gerçekleştirdiği ekipteki komutanlarının bir kısmı İnabahtı’da Osmanlıyı denize gömen donanmanın üyeleriydi. Üçte ikisi İspanyol olan grubun içinde 14 değişik ülkeden asker vardı. Komutanların ortak özelliği hepsinin yüksek bir fetih arzusuna sahip olmalarıydı. Bu deneyimli askerlerin bazıları disiplinsizlik sebebiyle dışlanmış denizcilerdi. Komutanlar bir hazineye sahip olma konusunda her şeyi yapabilecek acımasızlıktaydılar. Cortés kısa süre içinde bu sorunlu ekibi disipline edecek kadar sert olduğunu gösterecekti: İlk tereddüttün ortaya çıktığı yerde kendi filosunu tamamen sulara gömdü. İlk ihanetin belirdiği yerde ise adamlarının ellerini kestirdi.
Fetih yürüyüşü
Cortés anakaraya ulaşır ulaşmaz kuzeye Meksika’nın merkezine doğru hızla ilerledi. Kısa sürede ilk Maya kentleriyle karşılaşmayı başardı. Daha önce gemisi batan ve o bölgede yıllardır yerlilerle yaşayan İspanyolları bulması da ilerleyişini hızlandırdı. Zira bu kayıp denizciler Maya dilini öğrenmişlerdi. Yerlilerin tavrı misafirperverdi ama ısrarlı biçimde İspanyolların topraklarını terk etmelerini istediler. Cortés bir an bile olsun kararlılığını yitirmedi. Lafı dolandırmadı ve açıkça Tanrının elçisi olarak orada bulunduklarını ve onlar İncilin diliyle konuşmaya başlayana dek bu toprakları terk etmeyeceğini söyledi. Önce küçük muharebeler oldu. Küba’dan çıktıktan bir ay sonra büyük bir nehrin denize döküldüğü Tabasco’ya ulaştılar. Burada sekiz bölgeden oluşan büyük bir Maya kent devleti vardı. Yerliler savaş için hazırlanmış bekliyorlardı. Cortés ordusunu nehir boyundan ve karadan iki gruba ayırdı. Arkadan kente giren 100 asker topları ve tüfekleri patlatınca binlerce kişilik Maya ordusu paniğe kapılıp atların ayakları altında kalıp dağıldılar. Cortés ilk kez elindeki tekniğin yerliler karşısındaki üstünlüğünü test etmiş oldu.
Tabasco’da Colomb’tan bu yana hiç görülmediği kadar çok altın buldular. Burada önemli bir bilgi edindi: Tabasco, Aztek imparatorluğunun sürekli savaştığı ve yenemediği bir devletti. Tabasco’lular gibi birçok kent devleti Azteklerin vergi politikasından rahatsızdı. Cortés sonraki stratejilerini bu bilgi üzerine kurdu. Önce yerlilerle savaştı ve onları yendikten sonra onlara Azteklerden kurtulmak için ittifak önerdi.
Bu stratejinin ilk meyvesini Cempoala’da aldı. 1300 yerli savaşçıyı ordusuna kattı. Sonra Tlaxcala üzerine yürüdü. Bu bölgenin de Azteklerle sorunlu olduğunu biliyordu. Cortés yanındaki yerlilerden ellisini anlaşma yapmaları için Tlaxcala kralına gönderdi. Geri gelen yerlileri ajan olabilirler diye ellerini kestirdi. Birkaç muharebeden sonra Tlaxcala da Cortés’le anlaştı. Fetihçi artık imparatorluğun merkezine sekiz bin yerli savaşçıyla yürüyordu.
Tenochtitlana giden son önemli merkez Cholula’ydı. Burası Aztek imparatoru Moctezuma ile ittifak halindeki bir yönetim merkezi olmasına karşın gayet sakin görünüyordu. Savaşmaya niyetleri yok gibiydi. Bir gece Malinche elinde önemli bir bilgiyle geldi: Cholulalılar tuzak kurmuşlardı. İspanyolları pusuya düşürerek hepsini yok edeceklerdi. Plandan haberdar olan Cortés erken davrandı ve yerlilerden kurduğu orduyla yerleşim merkezine saldırdı. Burada çocuk ve kadın binlercesini katletti. Artık önünde engel kalmamıştı. Fetihten sonra Cholula’daki her Aztek tapınağının üzerine bir kilise dikildi. Bugün bu küçük kentte fetih döneminden kalma 300 kilise bulunuyor.
Cortés için Tanrı’nın bir lütfu, Meksika için en büyük hain: Malinche
Gerçek adı Malinalli olan bir kadın Xicalango bölgesinde köle tüccarlarına esir düşmüştü. (Köle ticareti İspanyollardan önce de vardı) Maya kökenli olmasına karşın Aztek dili –Nahuatl- öğrendi. Başka bir Maya kabilesi onu savaş sırasında ele geçirdi. Tam da o sırada İspanyollar bölgeye gelmişlerdi. Tabasco şefi, İspanyolların topraklarını terk etmesi için bir grup kadınla beraber Malinche’yi Cortés’e hediye etti. Kadınlar hemen vaftiz edildiler ve ona Marina adını verdiler.
Malinche çok zeki bir kadındı. Cortés’in tercümanı Jeronimo Aguilar, sekiz yıl beraber yaşadığı Mayalıların dilini biliyordu ama Mexica dilinden anlamıyordu. Malince, Aguilar’a Nahuatl dilini Mayacaya, o da İspanyolcaya çeviriyordu. Fakat kısa süre sonra Cortes Malinche’nin bölge hakkındaki bilgisi, politika ve diplomasi becerisini keşfetti. Ayrıca Malinche hayati önemdeki istihbarat bilgilerini de topluyordu. Fethin ilk dönemlerinde Malinche’nin katkısı belirleyici bir önemdeydi.
Meksikalılar ona “esir soylu” anlamında Malintzin dediler. Ölümünden sonra ise Malinche olarak söylendi. “Malinche”leşmek ise bir deyim olarak kaldı. Orta Asya’daki “Mankurtlaşmak”la hemen hemen aynı anlama gelen bu kavram, kendi öz kültürü yerine yabancıların adetlerini yaşayan kişiler için “hain” anlamında söylendi.
Fetihten hemen sonra 1522’de Cortés’le Malinche’nin çocuğu Martin doğdu. Martin, Amerika kıtasında doğan ilk melez çocuklardandır. 1524’te, tanıklara göre, çok sarhoş olduğu bir gece Cortés, Malinche’yi fethe katılan bir başka İspanyol olan Juan Jaramillo ile evlendirdi. İkinci eşinden bir kızı olan Malinche 1927’de, muhtemelen çiçek hastalığından, öldü.
Tenochtitlana varış
Bugün Meksika başkentini bilenler kentin fetih sırasındaki halini hayal etmekte zorlanacaklardır. Şehir neredeyse İstanbul büyüklüğünde bir alanı kaplayan bir gölün ortasındaydı(Fetihten sonra kenti büyütmek için gölü kuruttular). Etrafı dağlarla çevrili bu vadi adeta bir cennet parçasıydı. İçinden kanallar geçen ve mükemmel biçimde düzenlenmiş bir mimariye sahipti. Kentin caddeleri on atlı yan yana yürüyebilecek genişlikteydi. Olağanüstü yükseklikte ve görkemde tapınaklar, ticaret merkezleri, bahçeler, tarım alanları yaratılmıştı. Kentte bir polis teşkilatı bile bulunuyordu. Aynı yıllarda Londra’da 60 bin kişi yaşarken Tenochtitlan’da 200 bin yerleşimci vardı.
Moctezuma, Aztek dini ve efsanelerine bağlı bir hükümdardı. İspanyollarla ilgili bilgilerin geldiği ilk anlardan itibaren kafasında bunların Azteklerin “Quetzacoalt tanrısının insan kılığında döneceği” inancıyla ilgili olup olmadığına dair kuşkular uyandı. Zira İspanyolların birçok şeyi onlara yabancıydı. Bu kıtada at ve köpek yoktu. Çelik kılıçlar ve zırhlardan habersizdiler. Topu, tüfeği ve barutu tanımıyorlardı. Baştan ayağa zırhlı biçimde atıyla ilerleyen bir İspanyol askeri onlara bu dünyaya ait olmayan bir yaratık gibi görünüyordu.
Aztek kralı, bu yarı-tanrı görünümlü beyaz adamın ilerleyişini durduramadı. 8 Kasım 1519’da Cortes diğer kabilelerle genişlettiği ordusuyla Tenochtitlan’a vardı. İmparatorluk sarayından beş yüz metre kadar ileride, tam olarak fetihten sonra Jesus Hastanesini yaptıracağı yerde, Moctezuma’la buluştu. Aztek kralı onu altınlar ve hediyelerle karşıladı. Büyük piramidin karşısındaki sarayına Cortés ve adamlarını misafir etti.
İspanyollar Moctezuma’nın sarayında bir hazine odasını keşfettiler. Tonlarca altın eşya, maske ve ritüeller için kullanılan değerli taşlarla süslü parçalar buldular. Bu keşif iştahlarını daha da artırdı. Fakat aynı sıralarda Veracruz bölgesinde yerliler Cortes’in adamlarına isyan etmişlerdi. Ellerinde yaralı bir esir vardı. Yerliler krala bu esiri İspanyolların da onlar gibi acı çeken, yaralanan, kanları akan insanlar olduğunun kanıtı olarak götürmeye karar verdiler. Esir, yolda yaraları sebebiyle öldü. Moctezuma İspanyol savaşçının kesik kafasını görünce kararını vermişti ama artık çok geçti.
Veracruz’daki isyan haberi Cortés’e de ulaştı. İspanyol fatih fazla zamanı kalmadığını anlamıştı. İki yüz bin nüfuslu Aztek başkentinde sıkışmıştı. 500 İspanyol daha önce hiç kimsenin ulaşamadığı bir rüya kentine varmıştı ama bundan sonra ne olacağı belirsizdi. Ortalama bir hesaplama, bahsi geçen koşullarda İspanyolların hiçbir şansı olmadığını gösterirdi. Cortés, çıkışı olmadığı bu anda basit fakat ölümcül bir hamle yaptı: Moctezuma’yı esir aldı. Aztek kralının biricik ve kutsal varlığı İspanyolların elinde imparatorluğa karşı en büyük silaha dönüştü. Birkaç gün sonra toplantı tuzağı kurarak imparatorluk konseyi üyesi diğer şefleri de ele geçirdi. Veracruz’daki isyandan sorumlu tuttuğu bazılarını meydanda diri diri yaktırdı.
Cortés’in bu önlemleri aldığı sırada Küba Valisi Diego Velazquez 800 silahlı adamını onu tutuklamak için gönderdi. Cortés, Veracruz’a giderek kendisini tutuklamaya gelen İspanyolları bir gece baskınıyla yendi. Komutanları Panfilo de Narvaez’i ele geçirdi ve adamlarını yanında getirdiği altınları göstererek ikna etti. Narvaez’in adamlarının çoğu fethe katıldılar.
Tenochtitlan’a geri dönen Cortes bir kaosla karşılaştı. Yerine bıraktığı Pedro de Alvarado, Azteklerin toplu bir dini ritüelini basıp silahsız altı yüz lider düzeyinde savaşçı ile binlerce kadın ve çocuğu katletmişti. Katliam Aztek başkentinde büyük bir ayaklanmaya neden olunca Alvarado rehin kral Moctezuma’yı halkı sakinleştirmesi için dışarı çıkarmıştı. Ancak halkın öfkesi dinmemiş Moctezuma taşa tutularak öldürülmüştü. (Aztek kralının ölümü üzerindeki şaibe kalkmış değildir. Başka bir teze göre onu İspanyollar infaz etmiştir)
Artık Cortés onu koruyacak önemli bir silahtan yoksundu. Ölen kralın kardeşi Cuitlahuac’ı barışçıl bir mesaj olur diye serbest bıraktı. Ancak Cuitlahuac isyan eden halkının başına geçerek İspanyollara savaş ilan etti. Mexica’ların saldırılarına dayanamayan Cortés’e bağlı güçler kenti terk etmeye karar verdiler. 1200 İspanyol ve 8000 dolayında yerli işbirlikçi Tenochtitlan’ı gece yarısından sonra terk ederken fark edildiler. İspanyollar 30 Haziran 1520 gecesi Amerika’nın fethindeki ilk ve en büyük yenilgilerini aldılar. Birçoğu taşıdığı altınların ağırlığıyla sulara gömüldü. O gece İspanyolların yarısından fazlası öldürüldü.
Kente giren Mexica’lar yalnızca ölüm ve hastalıkla karşılaştılar. Son gelen İspanyol grubunda çiçek hastalığı taşıyanlar vardı. Birçok grip virüsü gibi çiçek de bu hastalıkları tanımayan yerli-amerikalılar için ölümcüldü. Yeni kral bir ay sonra çiçek virüsüne dayanamadı. Onun yerine gelen Cuahtemoc, ki Aztek tarihinin gördüğü en genç ve son kral olacaktı Cortés’e karşı ittifak kazanmaya çabaladı. Diğer kent devletlerine vergi sistemini kaldıracağı sözünü verdi. Fakat bu, diğerleri tarafından bir zayıflık işareti olarak görüldü. Oysa, Cortés’in başlıca ittifakı olan, Tlaxcalteca’lar İspanyolların yenildiği anda onları tamamen yok edebilirlerdi. Bunun yerine onlara destek verdiler ve korudular. Böylece fetih sonrasının imtiyazlarını elde ettiler.
Mexica başkentindeki son Aztekler 90 gün açlığa, hastalığa ve yüz bin silahlı adamdan daha kalabalık Cortés’in federasyonuna kahramanca direndiler. Sonunda Babil’in ve Mezopotamya’nın efsane kentlerinden daha görkemli Tenochtitlan on binlerce cesedin yığıldığı bir harabeye dönüştü. 13 Ağustos 1521’de son Aztek kralı Cuahtemoc ele geçirildiğinde kendisini Cortés’in öldürmesini istedi. (Vikingler’e benzer şekilde Aztek inanışında düşmana esir düşen bir asker Tanrıya adak olarak sunulurdu. Ancak bu şekilde şehitlerin gittiği “Güneş Evi”ne varabilirdi.)
İspanyol komutan, Azteklerin son kralının onuruna yaraşır bir ölüm hediye etmektense, ona kaybolan altınların yerini öğrenmek için işkence etmeyi tercih etti. Cuahtemoc ve diğer şef Tetlepanquetzaltzin’in ayaklarına kızgın yağ döküp ateşte yaktılar. İspanyol kaynaklar Cuahtemoc’un direndiğini söylüyor (Bunun Cortés’in fetih sırasında elde ettiği altınları İspanyol tahtından saklamak için bir bahane olduğu yargılamalar sırasında iddia edildi). Her iki Aztek lideri de işkence sonunda sakat kaldı ve tarihin en büyük hazinesine asla ulaşılamadı.
Cortés, Mexica’ların son krallarını öldürtmedi. Onları bir rehin gibi yanında taşıdı. Tenochtitlan’daki piramit ve tapınakların yıkılması ve fethi tüm Meksika’ya yaymak için büyük bir emek gücüne ihtiyacı vardı. Cortés, iki yıl sonra Küba Valisi Velazquez’le anlaşıp Honduras’ı fethe çıkan Cristobal de Olid’e karşı bir sefer düzenledi. Bir yıl süren bu seferde Cuahtemoc’un ismini ve varlığını kullanarak savaşsız fetih gerçekleştirdi. Yine de bu sefer zaman ve para kaybından başka hiçbir şeye yaramadı.
Cuahtemoc, gerçekte hiçbir zaman Cortés’e teslim olmadı. Daima ona karşı bir ayaklanmanın yolunu aradı. Sonunda bazı yerli şefleri onu ihbar ettiler. 1525 yılının Şubat ayı sonunda Cortés, Cuauhtemoc ve iki Aztek şefini asarak öldürttü.
Karısının ölümü
Henüz Mexica imparatorluğunun başkenti Tenoctitlan’ın fethinin üzerinden henüz bir yıl geçmemişti. Cortés’in ilk eşi Catalina Juárez 1522 Ağustosunda Küba’dan geldi. Cortés’in karargahının da bulunduğu Coyoacan’daki eve yerleşti.
Cortés, fethin sarhoşluğu içindeydi. Hayal etmediği kadar çok altın ve zenginliklere kavuşmuştu. Bir yıl sonra bile ganimet paylaşımı tamamlanamamıştı. Her gece eğlenceler düzenliyordu. İçkiler ve sayısız yerli kadın ona eşlik ediyordu. Onun düşkün hayatı soylu bir aileden gelen karısını çok rahatsız ediyordu. Catalina her defasında hoşnutsuzluğunu gösteriyordu. Bu durum Cortés için oldukça can sıkıcıydı. Onun zaferin tadını çıkarmasını engellediğini düşünüyordu.
Aradan henüz üç ay geçmişti. 1 Kasım 1522 gecesi yine bir eğlence sırasında Catalina öfkelenerek odasına çekildi. Ardından Cortés de yanına gitti. Altı yıl sonra Catalina’nın ailesinin şikayeti üzerine açılan davadaki tanıkların anlatımlarına göre, üç saat sonra Cortés bağırıp çağırarak yemek tabaklarını ve tepsileri tekmelemeye başladı. Odaya ilk gelen Catalina’nın hizmetlisi onu Cortés’in kollarında ve boynunda morluklarla görmüştü. Cortés, Catalina’nın yediği bir şeyden zehirlendiğini iddia ediyordu. Fakat Catalina’nın cesedini gören arkadaşları boğulma durumunda ortaya çıkan gözlerin dışarı fırlaması halinde olduğuna tanıklık ettiler.
İşaretler Catalina’nın bir cinayete kurban gittiğini gösteriyor. Peki, Cortés’in bir sarhoşluğu neticesinde, kişisel bir nefretten ötürü mü yoksa Velazquez’le akrabalığı sebebiyle öldürülmüştü?
Fetihçinin yargılanması ve ölümü
İspanyol krallığı güçlü bir yargı sistemi üzerine inşa edilmiştir. Öyle ki bugün dahi Latin Amerika’daki hukuk sistemi ve birçok yasa sömürge döneminden kalmadır. Cortés hakkındaki suçlamalar da ömrünün sonuna dek sürmüştür. Yerlilerin sebepsiz yere ellerini kestirmesi, en az üç bin Cholula’lı sivili katletmesi, Moctezuma’nın şaibeli ölümü, Hristiyanlığa aykırı cinsel hayatı, 15 imparatorluk konseyi üyesi Aztek soylusunu diri diri yaktırması, Cuauhtemoc’a işkence ettirmesi ve idamı, karısının şaibeli ölümü gibi nedenlerle 1526’dan hayatının sonuna dek yargılandı.
Amerika’nın fethini başlatmasına rağmen, soylu olmadığı için İspanyol tacının temsilciliğini asla elde edemedi. Aslında Cortés’in arzusu Kolomb’un yapamadığı Çin ve Hindistan fethini gerçekleştirmekti. Fetihten sonra sadece Meksika Vadisi Markiz’i olabildi. Genel Komutanlık yetkisi alabildi ama yeni fetihler için destek sağlayamadı. İkisi batan gemilerde biri Tenochtitlan’dan kaçarken üç kez Aztek hazinesi kaybetti. 1529’da yetkileri elinden alındı. Hatta uzun süre Meksika başkentine girişi dahi yasaklandı.
Çok zengin olmuştu ama yeni seferler için aldığı borçları ve mülklerinin finansını karşılamakta zorlanıyordu. 1541’de İspanya’ya mali problemleri çözmek için döndü. Amacı kralla görüşmekti. Çok uğraşmasına rağmen bunu gerçekleştiremedi. Yargılaması sürdüğü için de Meksika’ya dönmesine de izin verilmedi. Ömrünün son altı yılını İspanya’da geçirmek zorunda kaldı. 62 yaşında fethettiği topraklardan uzakta öldü.
Hernan Cortés California körfezinden Karayipler’e, denizden ve karadan Amerika’nın ilk fethini gerçekleştirdi. Anne tarafından kuzeni Francisco Pizarro da Güney Amerika imparatorluğu İnka’yı yıktı. Birkaç yıl arayla aynı yerde doğdular ve aynı yaşta öldüler. Fetih sırasında aynı taktikleri kullandılar. Her ikisinin sonu da trajik oldu. Fakat insanlık tarihinin en büyük kaynaşmasını başlattılar. Yalnızca Amerika’nın değil insanlığın tarihini kesin biçimde değiştirdiler.
0 YORUM