Latin Amerika'da Devrimci Askerler


06 Şubat, 2016    Yazılar



*Bilim ve Ütopya Dergisi Aralık sayısı* Bu ay Kondor’un Güncesi’nde faşist darbelerle tanıdığımız Latin Amerika’nın bir başka yüzüne tanık oluyoruz. Bu zengin topraklarda ihanet kadar cesaretin, korkaklık kadar kahramanlığın da bir tarihi olduğunu görüyoruz. Hatta emperyalizmin hizmetindeki askerlerin yıkıcılığı karşısında vatansever ve devrimci askerlerin öncülüğünün tarihsel ve toplumsal açıdan daha belirleyici olduğunu anlıyoruz. Bu yazının konusu olabilecek çok sayıda Latin Amerika’lı meslekten asker vardır. Aşağıda hikayelerini okuyacaklarınız yanlıca birkaçıdır. Ayrıca “Che” Guevara, Fidel Castro, Simon Bolivar ya da José Martí gibi aslen sivil olan ama devrimci ordularda eline silah alıp, disiplinli bir asker olarak, son nefesine kadar savaşmış olanlar da bu yazıya dahil edilmemiştir.

Yarbay Hugo Chavéz Frias: Bolivarcı Ayaklanma ( 4 Şubat 1992/Karakas, Venezuela)

Yarbay Hugo Chávez, La Montaña Kışlasının karargahındaki harekat merkezinde, son durumu değerlendirmek için komutanlarla toplanmıştı. On iki saatlik ayaklanmanın neticesinde artık kesin bir karar almak zorunda olduğunun farkındaydı. Gece üçten bu yana devam eden çatışmalar son birkaç saattir daha da şiddetlenmişti. Her ne kadar başkent çevresindeki kentleri ve garnizonları ele geçirdilerse de  iktidar merkezinde hakimiyet sağlayamamışlardı. Emrindeki birliklere erzak yardımı bile yapılamamıştı. Her iki taraftan yüze yakın kayıp vardı. En önemlisi henüz Davos toplantısından dönen başkan Carlos Andrés Pérez ve bakanları, yapılan iki operasyondan da ele geçirilmeden kurtulmayı başarmışlardı.

Çatışmaların kısa sürede sonuçlandırılamaması sebebiyle operasyona beklenen halk desteği de sağlanamamıştı. Bunda birkaç yıl önceki ayaklanmada binlerce sivilin öldürülmüş olmasının da payı vardı. Yarbay Chávez, emrindeki paraşüt birliklerinin Başkanı ele geçirmekte başarısız olduğunu haber almıştı. Bu andan itibaren önünde iki seçenek vardı: Ya çarpışmadan çekilecekti ya da direnecekti. Fakat kendi direnişi binlerce askerin ölümü anlamına gelecekti. Kararını verdi: Karargah telefonları kesik olduğundan telsizle Genelkurmay’a “askerlerinin can güvenliğini garantiye aldıktan sonra teslim olacağını” bildirdi.

Yıllardır umutla bekledikleri Bolivarcı ayaklanma, yenilgiyle sona ermişti. Başarıyla kentleri ve garnizonları ele geçiren birlikler şaşkınlık içindeydiler. Karargaha ölümün ağırlığı çökmüştü. Yarbay Chávez telsizin başında teslim olacağını açıklarken, bütün bu tablo aklından hızla geçiyordu. Birden sanki kafasına bir darbe yemiş gibi kalakaldı. Artık hiçbir sesi duymuyordu. Gözü telsizcinin yakasında duran Venezuela bayrağının renklerindeki Bolivarcı Devrimci Hareket (MBR-200) fularına takıldı. Kafasını kaldırıp askerinin gözlerine baktı. Orada yenilgiyi göremedi. Doğruldu ve ikinci talimatı gönderdi: “Teslim olma konuşmasını tüm ülke televizyonlarından canlı olarak yapacağı”nı söyledi.

Ayaklanma başladıktan neredeyse 24 saat sonra, kızıl paraşütçü beresiyle ve parıldayan esmer teniyle, Yarbay Hugo Chávez Frias, ülke halkına seslendi. Ve “şimdilik hedefimize ulaşamadık. Koşullar yeniden oluşacak” dedi.

General José de San Martín: Kurtarıcı And Dağlarını Aşıyor (1 Şubat 1817/Arjantin-Şili arasında Los Patos Geçidi)

Akşam soğuğu bir hançer gibi bedenine saplanmıştı. And Dağlarının soğuğu hiçbir şeye benzemiyordu. Eksi yirmi derecede ve üç bin beş yüz metre yükseğinde And dağı geçidinde, General San Martín ülser kriziyle boğuşuyordu. Yalnız ülser olsa iyi; romatizma kemiklerini kırıyordu. On beş yıl önce İspanya’da bir çarpışmadan kalan, ciğerindeki yara tazeliğini koruyordu. Kanı durdurmak ister gibi elini yaranın üzerine koydu. Gece hayatın son bulduğu And geçitlerinde, ara sıra inleyen at ve katır seslerini duyarak, yattığı yerde dizlerini karnına çekti. Geride bıraktığı hayatı düşündü: On üç yaşından beri İspanya Krallık Ordusundaydı. Otuzuna kadar Afrika ve Avrupa’da savaşmadığı cephe kalmamıştı. En son Napolyon, İspanya’yı işgale başladığında onu Madrid’te yenilgiye uğratan ordu komutanlarından biriydi. İşte bu sırada, vatanı Arjantin’de çıkan bağımsızlık kıvılcımını haber alıp gelmişti. Kurduğu örgüte, İspanyollara karşı ilk isyanı gerçekleştiren, Mapuche şefi Lautaro’nun adını verdi. İlk düzenli bağımsızlık ordusunu kurdu ve krala bağlı güçleri ardı ardına yenilgiye uğrattı.  Artık Arjantin toprakları, tüm sömürgeci güçlerden temizlenmişti. Fakat krala bağlı kuvvetler halen kıtanın yarısını ellerinde tutuyordu. “Büyük Vatan” Latin Amerika’da sömürge tehdidi devam ediyordu. Üstelik iç savaş çanları da çalmaya başlamıştı. Buenos Aires’teki merkezi yönetim O’nu Uruguaylı kurtarıcı Artigas’a karşı savaşması için çağırıyordu. “Kardeş kanı dökmeyeceği”ni söylemişti.  Sömürgecilerin üzerine gitmekten başka yolu kalmamıştı. Fakat nasıl? Bu soru bir yıldan uzun süre beynini kemirdi. Şili’de çok güçlü bir kraliyet karargahı vardı. And dağlarına sırtını dayayan bu dev karakola ulaşan tek yol Alti Plano çölü üzerinden görünüyordu. Ancak bu durumda düşman tarafından yüzlerce mil uzakta karşılanacaktı. Yukarıda, en güçlü İspanyol valiliğinin olduğu Peru’dan gelecek bir destekle kralcıların zaferi kaçınılmaz olacaktı. San Martín’in ise hiçbir desteği yoktu.

Çok usta bir satranç oyuncusu olan bu deneyimli komutan gözünü And dağlarının karlı zirvelerinden alamıyordu. Bir süredir aklında bir plan dönüyordu: Düşmanı en güvendiği yerden vurmak! Binbaşı José Antonio Álvarez Condarco’yu gizli geçitleri bulması için And dağlarına gönderdi. Bu hafızası çok güçlü ve iyi resim yapan Binbaşı, iki önemli geçidi tespit ederek sağ salim geri dönmeyi başardı. San Martín, planını yenilgiyle Arjantin’e sığınan Şilili vatanseverlerle paylaştı. Orduya And dağlarını aştıracak ve birden düşmanın tepesine çökecekti! Fakat sarp geçitlerden orduyu ve mühimmatı geçirebilseler bile onca yolu kralın istihbaratçılarına fark ettirmeden nasıl bitireceklerdi? General satrançtaki gibi düşündü; rakibin dikkatini hep alıştığı gibi Alti Plano çölüne çekecekti.

San Martín, bu dahiyane planına “Kuyu Savaşı” adını verdi. Düşmanı çöl çukuruna çekip kendisi doğrudan Şili Başkentine saldıracaktı. 1815-1816 yılını “And Ordusu” kuruluşu ve hazırlıklarla geçirdi. Aynı sırada komutasındaki Şilili vatansever Manuel Rodríguez, birlikleriyle sömürge güçlerine taktik saldırılar gerçekleştiriyordu. San Martín’in planının bir parçası olan bu saldırılar sonrası Manuel Rodríguez, Alti Plano çölüne konuşlandı. San Martín bazı ajanları yerli kabilelere gönderip ordusunu güney And dağlarından geçireceği söylentisini yaydı.

Böylece 12 Ocakta, silahların yüklü olduğu 10 bin katır, 1600 at ve 5200 asker mevcutlu And Ordusu, iki kola ayrılıp yola çıktı. bir ordunun geçmesi imkansız olan Los Patos geçidinden yürüyen San Martín’in önünde beş yüz kilometre yol vardı.

San Martín, henüz 39 yaşında olmasına karşın kendini ölmek üzere olan yaşlı bir adam gibi hissediyordu. Üzerindeki kalın keçeye daha bir sarılıp yola çıkmadan önce askerlerine söylediği sözleri anımsadı: “Özgür olalım, gerisinin hiçbir önemi yok! Bir atlının arkasında bağlı bir köle olmaktansa ölmek yeğdir! Arkadaşlar, cesur bir adam gibi ölene dek ya da ülkeyi bütünüyle özgür görmeden silahlarımızı bırakmayacağımıza yemin edelim”.

Bir daha tekrar etti: “Özgür olalım gerisinin hiçbir önemi yok”…

Binbaşı Ollanta Humala: Fujimori Diktatörlüğüne Son Darbeyi Vuruyor (29 Ekim 2000/ Arica, Peru)

 

Şili sınırındaki Arica kalesi Hava Savunma Grup komutanı Binbaşı Ollanta Humala, elli yedi askeriyle 7. Zırhlı Tümen Komutanlığı’nı ele geçirdiğinde 29 Ekim’in ilk saatleriydi. Tümen içinde kalan General Carlos Bardales Angulo’yu bizzat kendisi yatağından uyandırdı ve Fujimori diktatörlüğüne karşı silahlı isyan başlattıklarını söyledi. General, bunun bir şaka olduğunu sandı. Fakat Binbaşı Humala’nın elindeki silahı ona doğrulttuğunu fark edince gerçeği anladı.

 

Tümenden ayrılıp dağlık ve ormanlık araziye doğru harekete geçen isyancı grup, Toquepala’daki yabancı bir maden şirketini işgal etti. Binbaşı Humala, buradan Başkent Lima’da yayın yapan bağımsız radyo istasyonu RPP’yi aradı. Binbaşı, canlı yayında “Peru Halkına Manifesto” başlıklı bir bildiri okudu. Bildiride “tüm vatan topraklarında –Fujimori diktatörlüğünün- tehdidi ve saldırısı ya da baskısı altında bulunan halkı silaha sarılmaya” davet ediyordu. İsyan ancak Alberto Fujimori’nin istifası, istihbarat şefi Vladimiro Montesinos’un ve Genelkurmay Başkanı José Villanueva Ruesta’nın tutuklanmasıyla sona erecekti. Manifestoda ordunun durumunu şöyle açıklıyordu: “ Uyuşturucu ve silah kaçakçılığıyla zengin olmuş Montesinos’un Generalleri, Peru halkını, orduyu ve Peru Ulusunun Egemenliği’ni; dolayısıyla Peru’nun varlığını ağır bir tehdit altında bırakıyorlar”.

 

Haber Fujimori’yi yatağından kaldırmıştı. Hemen devletin zirvesini topladı. Korkusu ordunun denetimini yitirmekti. İlk kararı Genelkurmay Başkanını görevden almak oldu. İsyancıların üzerine ordunun gönderilmesini emretti. Ancak Fujimori ortaya çıkıp bir açıklama yapmadı. Daha sonra anlaşılacaktı ki istihbarat şefi Montesinos isyanın başladığı saatlerde ülkeden kaçmıştı.

 

İsyanın üçüncü gününde isyancılar And kolunda kalan Moquegua dağlarına ulaşmışlardı. Aynı gün Binbaşı Humala’nın eşi Nadine ve kardeşi Ulises bir basın açıklaması yaparak isyancıların eylemini savundular. Peru Silahlı Kuvvetleri’nde çok sayıda subayın kendilerine destek olduğunu söylediler. Binbaşı Humala’nın isyanı bölge halkını da sokağa dökmüştü. Binlerce kişi Humala’yı destekleyen pankartlarla sokaklara çıktı.

 

Binbaşı Humala, halkın ona taktığı adla “Comandante Carlos”, birliğiyle dağda direnişini sürdürürken 6 Kasımda Peru Yüksek Mahkemesi Montesinos hakkında tutuklama kararı verdi. 9 Kasımda Montesinos’un Kayman Adaları, Uruguay ve New York’taki gizli banka hesapları ortaya döküldü. 17 Kasımda diktatör Alberta Fujimori ülkeyi terk ederek Japonya’ya kaçtı.

 

10 Aralık’ta başkente gelerek teslim olan Binbaşı Ollanta Humala mahkemede “yasadışı bir diktatörlüğe karşı isyan hakkımı kullandım” dedi. On bir gün sonra Peru Meclisi isyancıları kapsayan bir af yasası çıkardı.

General Juan Velasco Alvaro: Devrimci Silahlı Kuvvetler Hükümeti (31 Mart 1973/ Lima, Peru)

 

General Velasco, yirmi gün önce geçirdiği anevrizma neticesinde kesilen bacağının ağrısına katlanmaya çalışıyordu. Doktorlar göreve dönmesinin mümkün olmadığını söyledikleri sırada kendini önünde duran “Devrimci Hükümet Politikaları”nı ve sonuçlarını okumaya vermişti. 3 Ekim 1968’de Peru Halkı adına yönetime el koyduklarından bu yana, ülke tarihinin görmediği devrimci hamleler gerçekleştirilmişti. Özellikle ekonomi alanında bu kadar kısa sürede millileşmenin Latin Amerika’daki tek örneği Küba’ydı. Fakat Peru, Küba ile karşılaştırılamayacak devasa bir ülkeydi. İlk olarak darbenin fitilini ateşleyen ABD menşeli, Standart Oil’e bağlı, IPC petrol şirketinin rafinerilerine el koydu. Bu şirket yıllardır Peru’yu yağmalıyor ve en ufak bir ödeme yapmıyordu. ABD, Peru’ya ambargo kararı alınca Velasco bu ülkeye Peru karasularına girme yasağı koydu. Ayrıca ABD askeri Ataşesini sınırdışı etti. Tüm maden ve yer altı kaynaklarını millileştirdi: PetroPeru, CentrominPeru, HierroPeru,SiderPeru kuruldu. Banka sermayelerinin %75’ine Perulu olma zorunluluğu getirildi. Ülkede büyük toprak sahibi oligarşinin iktidarına son vermek için, Peru tarihinin ilk Tarım Reformu’nu gerçekleştirdi. Köylülerin ekonomik örgütlenmesi için Tarım Üretim Kooperatifleri’ni ve üretilen gıdanın ülkede dağıtımı için bir Gıda Bakanlığı kurdu. Bir Balıkçılık Bakanlığı kurarak balık endüstrisini devletleştirdi. Radyo-Tv, haberleşme sistemi tümüyle kamuya devredildi. Bütün bunlar yalnızca bir yıl içinde gerçekleşmişti. Ordu, Rusya’dan alınan yeni silahlarla modernleşmişti. ABD artık Peru’daki yönetimi Yugoslavya’yla beraber anıyordu.

 

General Velasco’nun Silahlı Kuvvetler Devrimci Hükümeti ancak radikal bir sosyalist yönetimin alabileceği hızda kararları hayata geçirmişti. Öyle ki 1970 Kasımında Şili’de iktidara gelen Salvador Allende bile bunları başaramamıştı. Fakat devrimci politikalar kısa vadede olumlu sonuçlar vermiyordu. Devletleştirmeler harcamaların artmasına yol açmış, banka rezervleri erimiş, toprak reformu üretimi düşürmüştü. Gerçekleştirilen devrimlere politik ve sosyal kesimlerin katılımı zayıf olmuştu.

 

Şimdi Velasco bozulan sağlığına rağmen ve eğer gerekirse tek başına devrime devam etmekten başka hiçbir şey düşünmüyordu.

General Marmaduke Grove: On İki Günlük Şili Sosyalist Cumhuriyeti (17 Haziran 1932/ Santiago, Şili)

 

General Marmaduke Grove, Şili Sosyalist Cumhuriyeti’nin kurucusu; tertemiz üniforması, tıraşlı ve her zamanki sakin haliyle, yol boyunca uzanan söğüt ağaçlarının rüzgarda salınışlarına bakıyordu.  Öncüsü olduğu devrim içerden vurulmuş ve yalnızca 12 gün sürmüştü. Oysa yüzünde yenik bir komutana dair en ufak bir iz yoktu. Bakışları, pencereyi bölen parmaklığa takılmaksızın ileride, çok ileride, söğütlerin ardında yürüyen özgür bir adama benziyordu.

 

Şili, 1929 krizinden çok ağır biçimde etkilenmiş ve iflası açıklanmıştı. Emekçilerin yoğun protestoları altında rejim sert önlemler almaya başlamıştı. İşçi Federasyonu ile Komünist Parti üyelerine yönelik katliamlar gerçekleşti. İşsiz kalan yığınların şehirlere büyük bir göç dalgası sonucunda 26 Temmuz 1931'de Carlos Ibáñez Hükümeti düştü. Bir ay sonra Şili Deniz Kuvvetleri’ne bağlı filolar ayaklandılar. İsyancılar amaçlarının bir sosyal devrim olduğunu ilan ettiler. 5 Eylül'de hükümet ordu birliklerini donanmaya karşı harekete geçirdi. Talcahuano ve Coquimbo'daki filolar dört alayın saldırılarına karşı cesurca direndiler. Ancak havadan bombardımana karşı uçaksavar desteğinden yoksun olduklarından etkisiz hale getirildiler. Fakat bu bile isyanları durdurmadı. Yeni hükümet, ordu içinde kontrolü sağlamak için sürgündeki sosyalist komutan Marmaduke Grove’yi Hava Kuvvetleri’nin başına geçmesi için çağırdı.

 

General Grove, iki kere darbe girişiminde bulunduğu için sürgüne gönderilmişti. Sonuncu girişiminde Concepcion kenti üzerinde “kızıl bir uçak” uçurarak halkı ayaklanmaya çağırmıştı. Bu defa Grove başarısız olmayacaktı: 4 Haziran 1932'de Grove'nin başında olduğu bir grubun öncülüğünde Montero'yu devirerek Şili Sosyalist Cumhuriyeti'ni ilan etti. Fakat Komünist Parti, hükümet içindeki komplocuların kitleleri aldatmaya çalıştığı savıyla işçilere silahlanmaları ve Silahlı İşçi Sovyetleri'ni kurma çağrısı yaptı. Bu, Grove’yi zayıflattı ve Hükümetin dönem başkanlığını yapan Carlos Davilá, Grove'yi tutuklattı.  Ancak General Grove, bu kısa süre içinde tüm politik tutuklulara ve filo isyanına katılanlara af çıkarmayı başarmıştı. İşlerinden atılan Solcu öğretmenler geri dönmüş ve halk için bir kredi kurumunun kuruluşu ilan edilmişti.

General Juan José Torres: İsyanın Ortasında Devrimin Emri (30 Eylül 1973/ Mendoza, Arjantin)

 

Bolivyalı General Torres, yaşanan tüm bu felaketler karşısında hayal kırıklığı ya da üzüntü değil düpedüz öfke duyuyordu. Son bir buçuk yılını Şili’de Salvador Allende’nin sosyalist yönetiminde geçirmişti. Allende’nin uğradığı sayısız komploya tanıklık etmiş ve en sonunda faşist General Pinochet darbesini yaşamıştı. Öfkesi yalnız başkan Allende’nin ölümünden kaynaklanmıyordu. Bu topraklarda her türlü bağımsızlık emaresi acımasızca boğuluyordu. Buna kendi devrimi de dahildi.

 

General Torres’in adı Bolivya Devrim’iyle özdeşti. Bolivya’da milli devrimci hareket onun yükselişine paralel biçimde gelişmişti. General Réne Barrientos’un cuntasının olduğu 1966-1969 yılları arası Torres ordu içindeki sol kanat lideri olarak belirmeye başlamıştı. “Che” Guevara’nın, Barrientos’un emriyle öldürülmesi sonrası ise Torres açık biçimde politikaları dayatmaya başladı. Barrientos’un 1969’da şüpheli bir helikopter kazasında ölümü sonrası Torres’in planladığı millileşme politikaları hayata geçti. Bunların en önemlisi ABD’li Oil Company’nin ülkeden kovulması ve madenlerin devletleştirilmesiydi. Sağ kanat bunları engellemek için darbeye kalkıştığında ise General Torres  yönetime el koymak zorunda kalmıştı. Torres 1971’de ilk iş olarak işçi ve köylü sendikalarıyla partilerden kurulu bir Halk Kongresi örgütledi. Kongre hedefini “Bolivya’yı sosyalizme ulaştırmak” olarak belirledi. Bunun batıda öyle bir yankısı oldu ki Le Monde Diplomatique kongreyi “Latin Amerika’nın ilk Sovyetleri” olarak tanımladı. Fakat birkaç ay sonra General Torres, oligarşik bir ittifakla devrildi ve Şili’ye sürgüne gitmek zorunda kaldı.

 

Allende’nin ölümüyle son bulan Şili sosyalizmini geride bırakan General Torres, şimdi ömrünün sınırlarını aşacak bir yolculuğa çıktığından habersizdi.

 

“Comandante” Chávez’in 21. Yüzyıl Sosyalizmi

Yarbay Chávez’in silahlı isyanı Venezuela’da beklenmedik bir etki yarattı. Daha önce hiç siyasete girmeyen kesimler Bolivarcı Harekette örgütlenmeye başladı. Chávez’in devirmek için tanklarla kapısına dayandığı neoliberal hükümet birkaç ay sonra düştü. Yerine gelen yönetim ise Chávez ve diğer Bolivarcıları serbest bırakmak zorunda kaldı. Hapisten çıkan “Comandante”yi halk tam anlamıyla bağrına bastı. 2 Şubat 1999’da seçilişi yeni bir çağın habercisiydi: 21.yy Sosyalizmi.

Halk oylamasıyla yalnızca anayasayı değil ülkenin adını da Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti olarak değiştirdi. Petrolü devletleştirdi. ABD destekli bir darbeden milyonlarca Venezuela’nın sokaklara dökülüp onu kurtarmasıyla başı dik çıktı. Yalnızca ülkesini değil tüm kıtayı değiştirecek kadar etkili bir siyaset yürüttü. Fakat yakalandığı kanser hastalığı sebebiyle Bolivar gibi genç denebilecek bir yaşta 5 Mart 2013’te hayata gözlerini kapadı. Mirası Bolivarcı Venezuela hala onun izinde ilerliyor.

“Libertador” San Martín: İspanyol İmparatorluğunu Yıkan Kurtarıcı

General José de San Martín, ordusuyla And Dağlarını aştı ve Şili’deki İspanyol kuvvetleri hiç ummadıkları bir yenilgiye uğrattı. Buradan kuzeye, kıtadaki en güçlü İspanyol Valiliği’nin merkezine, Peru’ya yürüdü. Bolivar’ın bile yıkamadığı savunmayı parçalayıp Peru’yu ve aslında tüm kıtayı özgürlüğüne kavuşturdu. Hem Şili’de hem de Peru’da ömür boyu devlet başkanı olarak kalabilirdi; bunu reddetti. Ülkesi Arjantin’e döndü. Fakat ülkesinde oligarşi tarafından tehdit olarak görülerek sürgüne gönderildi. Fransa’da hayata gözlerini yumdu. İspanyol İmparatorluğu’na son veren eğik kılıcı Buenos Aires’teki Ulusal Tarih Müzesi’nde sergilenmektedir.

 

Başkan Ollanta Humala

Binbaşı Humala affedildikten sonra Askeri Ateşe olarak görev yaptı. Kısa süre sonra ülkesine dönerek siyasete atıldı. Peru Milliyetçi Partisi’ni kurdu. 2006 seçimlerini kıl payı kaybetti. 2011 seçimlerinde sosyalist ve sol partilerle ittifak kurdu ve Peru devlet Başkanı seçildi.

Binbaşı Humala’nın hedef aldığı diktatör Fujimori, istihbarat şefi Montesinos ve Genelkurmay Başkanı Villanueva ise ağır hapis cezalarını çekmek üzere halen tutuklu bulunuyorlar.

General Velasco’nun Ektiği Sosyalizm Tohumu

ABD, Şili’de sosyalist Allende hükümetinden sonra Peru’da General Juan Velasco Alvaro yönetimini devirdi. Fakat darbeciler, ABD ile ilişkileri başlatma dışında ülke politikalarında önemli bir değişiklik yapamadı. Ülkeyi serbest seçimlere götürmek zorunda kaldılar. Seçimle gelen parlamento da Velasco’nun milli politikalarını değiştirmedi ve hatta ondan güç alarak Peru tarihinin en özgürlükçü anayasasını yaptı. Ancak General Velasco bunu göremeden hayata gözlerini yumdu.

Marmaduke Grove’nin Mirası

General Grove Şili Sosyalist Partisi’ni kurdu. 1940’larda Salvador Allende’nin genç bir bakan olduğu hükümetlerde yer aldı. Şili siyasetinde sosyalizme güçlü bir yer oluşturdu. Buradan Allende yürüyerek hedefe ulaştı.

General Juan José Torres

Bolivya’lı General Torres kendi ülkesinden ve Şili’den sonra gittiği Arjantin’de de faşist darbeyle karşılaştı. Üstelik bu defa onunda öldürülmesi kararlaştırılmıştı. 2 haziran 1976’da Buenos Aires’te işkenceyle öldürüldü. Cesedi ailesi tarafından Meksika’ya taşındı. Burada Generalin yedi yıl bekleyen naşı ancak 1983’te vatanına ulaştı. Bugün Bolivya başkenti La Paz’da “Ulusal Devrim Anıtı”nın altında dinleniyor.

 

Videolar





Haberler

İğrenç bir komplo!
Adamın partisine el koydukları yetmemiş gibi şimdi de fuhuşla suçlayıp itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.
Venezuela’da parlamentodan sonra partiler rejimi de sona eriyor
Venezuela’da iki sosyalist partiye kayyım atandı
Nobel’in ardındaki “Zürafa” öldü
Mercedes Barcha Pardo, cumartesi sabahı Meksika başkenti Meksiko’da, 87 yaşında hayata gözlerini yumdu. Külleri eşinin yanına Cartagena Kolombiya’daki mezarına taşındı.
Bolivya'da darbe bitmiyor
Bolivya, Evo Morales’in darbe ile ülkeyi terk etmek zorunda kalışının üzerinden henüz bir yıl geçmeden yeni bir darbeyle karşı karşıya. Daha önce 2 Mayıs olarak belirlenen ve sonra 6 Eylüle alınan seçimler Yüksek Seçim Mahkemesi (TSE) kararıyla üçüncü kez belirsiz bir tarihe ertelendi. Güvenlik güçleri kararı protesto eden halka karşı ateşli silahlar kullanıyor. Son on günde en az yüz kişinin ordu ve paramiliter güçlerin saldırılarında öldüğü tahmin ediliyor.
Ve sonunda Bolsonaro da maskeyi taktı (Kısa bir süreliğine de olsa)
Pandemiye karşı önlem almamakla ünlü Brezilya devlet başkanı Jair Messias Bolsonaro'da Kovid pozitif çıktı.
“Sıfır Numaralı” Komutan’a Veda
Tarihin nasıl ilerleyeceği meçhuldür ama eğer ilerleyecekse bu sıra dışı kişilerin “zoruyla” olacaktır. Althusser’in dediği gibi “Gelecek Uzun Sürer”, tarih yavaş ilerler, toplumlar zamanla evrilir ve devrimlerle dönüşürler. Verilen mücadelelerin şiiri gelecek kuşaklara miras kalır. İyiler ve kötüler, ta ki kurnazlar ortaya çıkana dek, alışkanlık gibi savaşı sürdürürler. Çünkü tarihin akışını değiştirmek için savaşmak yetmez. Onu farklı biçimde yorumlamak da gerekir.
Maduro’yu Kızıl Bereli Burjuvalar mı devirecek?
Venezuela başkenti Karakas’tan kalkan T7-JIS kuyruk numaralı bir jet Cuma gece yarısına doğru Senegal kıyılarının karşısında bulunan Cabo Verde uluslararası havaalanına indi. Uçağın içinde Amerikan güvenlik birimlerinin beklediği önemli bir misafir vardı: Alex Nain Saab Morán adındaki Kolombiya kökenli bu iş insanı ABD’nin Maduro yönetimine yönelik açtığı ve ucu Türkiye’ye kadar uzanacak davaların kilit bir ismiydi.

Latinamerikainfo | Copyright 2014 | Sitemizde Kullanılan Tüm Yazı ve İçerikler Özgür UYANIK'a aittir. İzinsiz ve İsim Belirtmeden Kullanılamaz. Tüm Hakları Saklıdır.