Latin Amerika'da Sol Yıkılıyor mu? -5-


08 Ocak, 2016    Yazılar



İktidar Sorunu ve Kısa Vadede Öngörülebilecek Gelişmeler Latin Amerika’da bağımsızlıkçı, milli-sosyalist çizgideki yönetimler on beş yaşını dolduruyor. İktidarda geçirilen bu süre küçümsenmeyecek bir zaman dilimidir. O nedenle bugün solun varlığını değil iktidarını sürdürüp sürdürmeyeceği üzerinde duruyoruz. Kıtanın her parçasında ortaya çıkan bu yönetimler yalnızca büyük halk kitlelerine dayanmıyor; kendilerine özgü bir siyasal gelenek de yaratmış durumdalar.

 

 

Raporda değerlendirdiğimiz üç ülke içinde ekonomi ve idari yönetimin en sorunlu olduğu bölgenin Venezuela olduğunu tespit ediyoruz. Temelinde üretim sorununun olduğu bu kriz güçlü bir liderlik altında daha iyi yönetilebilirdi. Ancak Maduro-Cabello-Arreaza troikası olarak adlandırılan mevcut liderliğin yetersiz olduğu anlaşılıyor. Yeni liderliğin Chávez’in yokluğundan doğan boşluğu kolektif bir liderlikle dolduramadığı, ekonomi konusunda bilgisiz ve sosyalizm konusunda donanımsız olduğu yapılan eleştiriler arasında. Tüm soru işaretlerine rağmen, güncel liderliğin Chávez’e sadakati ve Bolivarcı Devrim’i sürdürmekte kararlılıkları hakkında her hangi bir şüphe bulunmamaktadır.

 

2002 darbesinden bu yana Venezuela’da ABD’ci sağ cephenin her türlü istikrarsızlaştırma operasyonunu sürdürdüğünü göz ardı etmemek gerekir. Petrol kuyularını yakmaya, elektrik santrallerini bombalamaya, yaygın biçimde sokak çatışmalarını örgütlemeye ve suikastlara kadar varan şiddet eylemlerine Bolivarcı yönetimin uzun süre sessiz kaldığı bir gerçektir. 2014 Şubatında Ukrayna’yla eş zamanlı biçimde başlayan Venezuela’daki kalkışmalar 43 cana mal oldu. Ancak bundan sonra eylemleri provoke eden sağ cephe şefleri tutuklandı.

 

Venezuela’da finans krizine yol açan petrol fiyatlarındaki düşmeyi tesadüf olarak değerlendirmemek gerekir. Günümüzde ucuz petrol, emperyalist saldırının önemli bir aracıdır. ABD bu sayede yalnızca Venezuela’yı değil, Rusya ekonomisini de zayıflatıyor ve İran’a baskı uygulayabiliyor. Rusya’yla beraber BRICS üyesi Brezilya’nın da önemli bir Petrol üreticisi olduğunu gözden kaçırmamalı. Hatta Meksika petrollerinin(PEMEX) hızla özelleştirilmesi bile ABD’nin bu strateji uygularken ihtiyaç duyacağı kaynağın garanti altına alınması içindi. Sonuçta Petrol gelirine bağımlı Venezuela, ABD’nin açtığı “ekonomik savaş”ın bir numaralı hedefi durumunda.

 

Ulusal birliğin homojenleştirilemediği; kişi, grup ve parti çıkarlarının öne çıktığı ve üstelik derin bir ekonomik-politik kriz koşullarında halkçı bir yönetimin ayakta kalması güçlü bir irade gerektiriyor. Yıkılmasının yalnızca Bolivarcı liderler için değil Venezuela için de çok şiddetli sonuçları olacaktır. Bu ülke tarihi yüz binlerce kişinin hayatını kaybettiği kanlı iç savaşlarla doludur. Ayrıca Venezuela’da sağın güçlenmesi Latin Amerika birliği açısından daha şimdiden olumsuz etkisini hissettirmektedir.

 

Bolivarcı Yönetim’in meclisteki ağırlığını yitirerek aldığı darbe gelecek açısından iyimser beklentilerimizi boşa çıkarıyor. Mecliste çoğunluğu sağlayan ABD’ci sağ cephe, yasal olarak 2019’a kadar görevi sürdürmesi gereken Bolivarcı Başkan, Nicolas Maduro’ya uzun süre tahammül göstermeyecekdir. 2012 Haziranında Paraguay devlet başkanı Fernando Lugo’ya yapılan parlamenter darbenin bir benzeri Venezuela’da denenecektir. Sağ cephe sokakta işlemez hale getirdiği rejimi bu defa parlamenter yoldan tıkayacaktır.

 

Brezilya’da Ağustos ayından bu yana sağ cephe benzer bir yolu izliyor. Başkan Dilma Roussef’i parlamento kararıyla düşürme ve yargılama girişimleri Anayasa mahkemesinden dönmesine karşın devam ediyor. Bu süreçte İşçi Partisi iki defa hükümet değiştirdi. Başkan Dilma’yı düşüremeseler bile İşçi Partisi’ni ekonomik daralma koşullarında seçim tuzağına düşürmek istiyorlar.

 

Son 14 yıldır İşçi Partisi(PT) Brezilya’da ikisi Lula da Silva iki kez de Dilma Roussef olmak üzere dört başkanlık seçimi kazandı. Her ne kadar ekonomideki problemler, yolsuzluk yargılamaları gibi etkenlerle İşçi Partisi iktidarı yıpransa da halen Brezilya’nın en kitlesel partisi olmayı sürdürüyor. Büyük sendikal örgütlenmeler ve Topraksızlar Hareketi (MST) gibi dev sosyal hareketlerle İşçi Partisi arasında sıkı bir bağ var. PT Brezilya’nın işçi sınıfı ve emekçiler içinde en örgütlü partisi konumunda. Başkan Dilma, görev süresini dolduracak desteğe sahip. İşçi Partisi lideri Lula da Silva, Brezilya’da tartışmasız en etkili siyasal aktör. Yaşı 70 olsa da PT’ye bir seçim daha kazandırabilir. Fakat PT bugün iktidarı kaybetse bile gücünden pek fazla bir şey eksilmeyeceği somut bir gerçekliktir.

 

Arjantin’deki iktidar değişimi ise ancak bu ülkenin özgün koşullarıyla açıklanabilir. Öncelikle neoliberal sağın ne geniş halk kitlesinde ne de devlet bürokrasisinde önemli bir ağırlık merkezi teşkil etmediği ortadadır. Neoliberal başkanın meclisteki sandalye sayısının yetersiz olduğu da düşünülürse tablo daha iyi anlaşılır.

 

Diğer yandan Cristina Kirchner yönetimi halkçı politikaları sürdürmek için %50’nin üzerinde bir halk desteğine ihtiyaç duyuyordu. Güçlü devletçi ve halkçı politikalar ancak büyük bir halk desteği ve ulusal birlik koşullarında sürdürülebilir. Gerçek şu ki, %50’ye yakın halk desteğine sahip olan bu yönetim ulusal rezervlerin erimesi ve para politikasındaki gelecekte beklenen bir tıkanma karşısında iktidarı “geçici olarak” Sağ’a devretti.  Yeni gelen başkan, Şili’de bir dönem başkanlık yaptıktan sonra rezil biçimde koltuğu terk eden oligark Sebastian Piñera’ya çok benziyor. Üstelik Piñera’nın arkasında güçlü sağ partiler vardı. Arjantin’de sağ Şili’deki gibi kurumlaşmış siyasal partilerden yoksun. Yeni başkan Mauricio Macri devleti yönetecek siyasal kadrolara da sahip değil. Öyle ki kabinesindeki bakanları banka ve petrol şirketlerinin CEO’larından seçti.

 

Arjantin’de iktidar kavgası asıl olarak Peronist cephede gerçekleşiyor. Sağ ve sol Peronistler zaman zaman anlaşarak ittifaklara yönelseler de aslen birbirlerini rakip olarak görüyorlar. Örneğin sol Kirchner yönetimi sağ Peronistlerin lideri konumundaki Eduardo Duhalde’yi marjinalleştirdi. Muhtemelen Cristina Kirchner, diğer Peronist kanatlardan bir adayın öne çıkarak başkanlığı almasındansa Macri gibi bir neoliberal zenginin başkan olmasını yeğleyecektir.

 

Peronist çevrelerde Mauricio Macri’nin başkanlığının kısa süreceği beklentisi ağırlık kazanıyor. Macri için, 1999’da iktidarı Menem’den devralan, neoliberal De la Rua’nın bir yıl sonra halk ayaklanması sonucu Başkanlık binasının çatısından helikopterle kaçışına benzer bir son bekleniyor. Yahut da her şeyi birbirine karıştırıp beceriksiz biçimde iktidardaki süresini tamamlayacak. Fakat bu süreç içinde o da bazı “görevlerini” yerine getirecektir. Uluslararası finans çevreleriyle, özellikle İsrail ve ABD ile Arjantin’in kopan bağlarını onaracaktır. Ülkeyi hızla yeniden borç batağına sokacak, ekonomide sermaye çevrelerinin kaybolan gücünü yeniden tahsis edecektir. Yargı gücünü kendine bağlamak için tüm olanaklarını kullanacaktır. Başta selefi Cristina Kirchner olmak üzere önceki yönetimin önde gelenlerinin yargılanarak siyaset dışı kalması için yargıyı kullanacaktır. Latin Amerika’nın entegrasyonunu durdurarak ABD ile yeni bir ittifak yolunu açmaya çabalayacaktır.

 

Tüm bu olasılıklar Arjantin solunun gündemindedir. Bu sol, yeni başkanın daha koltuğuna oturmasının üzerinden iki hafta geçmeden birkaç kere meydanları doldurdu. Hükümetle masaya oturması yaklaşan sendikalar şimdiden muhalif söylemlere başladı. Mahkemeler ardı ardına Başkan Macri’nin kararnamelerini etkisizleştiren kararlar alıyorlar. Önümüzdeki Marttan sonra Arjantin kademeli biçimde çatışmalı bir yola girecek. Halk kesimleri için her şey daha zor olacak ama neoliberal yönetim de politikalarını kolayca gerçekleştiremeyecek.

Videolar





Haberler

İğrenç bir komplo!
Adamın partisine el koydukları yetmemiş gibi şimdi de fuhuşla suçlayıp itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.
Venezuela’da parlamentodan sonra partiler rejimi de sona eriyor
Venezuela’da iki sosyalist partiye kayyım atandı
Nobel’in ardındaki “Zürafa” öldü
Mercedes Barcha Pardo, cumartesi sabahı Meksika başkenti Meksiko’da, 87 yaşında hayata gözlerini yumdu. Külleri eşinin yanına Cartagena Kolombiya’daki mezarına taşındı.
Bolivya'da darbe bitmiyor
Bolivya, Evo Morales’in darbe ile ülkeyi terk etmek zorunda kalışının üzerinden henüz bir yıl geçmeden yeni bir darbeyle karşı karşıya. Daha önce 2 Mayıs olarak belirlenen ve sonra 6 Eylüle alınan seçimler Yüksek Seçim Mahkemesi (TSE) kararıyla üçüncü kez belirsiz bir tarihe ertelendi. Güvenlik güçleri kararı protesto eden halka karşı ateşli silahlar kullanıyor. Son on günde en az yüz kişinin ordu ve paramiliter güçlerin saldırılarında öldüğü tahmin ediliyor.
Ve sonunda Bolsonaro da maskeyi taktı (Kısa bir süreliğine de olsa)
Pandemiye karşı önlem almamakla ünlü Brezilya devlet başkanı Jair Messias Bolsonaro'da Kovid pozitif çıktı.
“Sıfır Numaralı” Komutan’a Veda
Tarihin nasıl ilerleyeceği meçhuldür ama eğer ilerleyecekse bu sıra dışı kişilerin “zoruyla” olacaktır. Althusser’in dediği gibi “Gelecek Uzun Sürer”, tarih yavaş ilerler, toplumlar zamanla evrilir ve devrimlerle dönüşürler. Verilen mücadelelerin şiiri gelecek kuşaklara miras kalır. İyiler ve kötüler, ta ki kurnazlar ortaya çıkana dek, alışkanlık gibi savaşı sürdürürler. Çünkü tarihin akışını değiştirmek için savaşmak yetmez. Onu farklı biçimde yorumlamak da gerekir.
Maduro’yu Kızıl Bereli Burjuvalar mı devirecek?
Venezuela başkenti Karakas’tan kalkan T7-JIS kuyruk numaralı bir jet Cuma gece yarısına doğru Senegal kıyılarının karşısında bulunan Cabo Verde uluslararası havaalanına indi. Uçağın içinde Amerikan güvenlik birimlerinin beklediği önemli bir misafir vardı: Alex Nain Saab Morán adındaki Kolombiya kökenli bu iş insanı ABD’nin Maduro yönetimine yönelik açtığı ve ucu Türkiye’ye kadar uzanacak davaların kilit bir ismiydi.

Latinamerikainfo | Copyright 2014 | Sitemizde Kullanılan Tüm Yazı ve İçerikler Özgür UYANIK'a aittir. İzinsiz ve İsim Belirtmeden Kullanılamaz. Tüm Hakları Saklıdır.