31 Ekim, 2017 Yazılar
Venezuela’da sosyalizmin sorunlarını yapısal, tarihsel, ekonomik, politik gibi başlıklara bölmek mümkün. Ancak bu başlıkları birbirinden ayırmak pek mümkün görünmüyor. Bolivarcı Devrim öncesinden gelen sorunlar artık sosyalist sürecin de bir parçası. Küresel ekonomideki gelişmelerden kaynaklanan olumsuzlukları da ulusal süreçten ayrı değerlendiremiyoruz. Zira Venezuela dünyanın en büyük petrol ihraççısı ülkelerden birisi. İç politik çatışmalarda da küresel aktörler arası jeostratejik ve ekonomik rekabetin etkisi büyük.
Venezuela’da Sosyalizmin Sorunları
Venezuela’da Bolivarcı Devrim’in geleceği artık yalnızca bu ülkeyi değil tüm Latin Amerika’yı ve dolayısıyla hepimizi ilgilendirir duruma geldi. Günümüz dünyasında bırakalım devrimci olmanın, demokrat olmanın kıstası dahi Venezuela’da hangi cephede yer aldığımıza göre belirleniyor. Demokratlık hiç olmazsa halkın kendi kaderini tayin etmesi prensibine dayandığından en başta emperyalist kuşatmayı reddetmelidir. Aklı başında hiç kimse emperyalist saldırı ve kuşatma altında, varlık mücadelesi veren bir ülkenin sorunlarını doğal siyasal süreçlerde çözemeyeceğini bilir. Bu yüzden Venezuela yalnızca bir milletin onur meselesi değil aynı zamanda insanlığın vicdanıyla ilgili bir sorundur.
Peki ya vatanseverlik? Bugün Venezuela’yı savunmayan biri yarın vatanını hangi etik değere dayanarak müdafaa edebilir?
Nasıl ki Suriye bağımsızlık ve anti emperyalizm için evrensel bir sınır taşı olduysa Venezuela da hem anti emperyalizm hem de sosyalizm konularında güncel hareket noktasıdır. Zira Venezuela ekonomik, sosyal, politik alanlarda sosyalist deneyimlerin güncel olarak yaşandığı az sayıda ülkeden biridir. Venezuela’da kapitalizmin ve sosyalizmin en uç unsurlarını aynı sistem içerisinde gözlemlemek mümkündür. Mao’nun deyişiyle Venezuela içinde “kaplan ve maymun”un çetin bir mücadelesi sözkonusudur. Bu nedenle 21.yüzyılda sosyalizmle ilgili bize birçok ipucu sağlayacak deneyim Venezuela’da ortaya çıkmıştır ve çıkmaktadır.
Devrimin ortaya çıkış koşulları
Bu ülkedeki sosyalist politikaları analiz etmeden önce ülkenin karakteri ve devrimin aşamalarını ayrıntılı biçimde tanımamız gerekir. Her şeyden önce Venezuela’da “Comandante”nin iktidara gelişinin Küba veya daha önceki herhangi bir sosyalist ülkeye benzemediğini tespit etmeliyiz. Chávez silahlı bir savaş ya da herhangi bir halk ayaklanması sonucunda yönetimi almadı. 1999 yılında yasal seçimleri kazanarak Devlet Başkan seçildi. Chávez’in yanında Fidel’inki gibi nitelikli bir kadro grubu yahut da öncü bir parti de yoktu. Süreç “Comandante”nin hamleleriyle ilerledi ve halk-ordu desteğiyle tahkim oldu. Fakat süreç uzadıkça bahsi geçen “yokluklar” sebebiyle eski rejimin unsurları yeni oluşturulan sistem içinde kendine yer buldu. Geçmiş düzenin tüm alışkanlıkları Bolivarcı Devrimin “doğal” bir parçası haline geldi. Kötü alışkanlıklar bürokrasi ve toplumsal ilişkilerde yeniden üretildi. Başkan Chávez’in sağlığında çok önemli atılımlar yapılmasına rağmen Bolivarcı Devrim başarması gereken kopuşu hiçbir zaman tam olarak gerçekleştiremedi.
Bolivarcı Devrim yüzyıllara dayalı sömürgeci ve oligarşik mekanizmayı parçalayarak işe başlamıştı. Kamucu ekonomi bu işi yapmanı tek yoluydu. Fakat Venezuela’da hiç kimsenin böyle bir tecrübesi yoktu. Devrim emperyalizm tarafından bir asırdır yağmalanan ülke kaynaklarını koruma altına aldı. Bununla beraber içeride oligarşinin ekonomik gücünü sınırlamaya girişti. Kamulaştırmalar yine önemli bir araç olarak belirdi. Uluslararası mahkemeler bu kamulaştırmalara çok yüksek maliyetler belirlediler. Bu maliyetler uzun vadeli bir yük olarak ekonominin sırtına bindi.
Burada bir hatırlatma yapalım: Küba Devriminde gerçekleştiği sırada ülkedeki tüm telekomünikasyon, enerji, taşımacılık, turizm ve fabrikalar ABD sermayesinin elindeydi. Ölçüler farklı olmakla beraber Venezuela’da da benzer bir durum vardı. Küba’da Fidelci hareketin iktidarı alması silahlı bir savaş ve genel halk ayaklanması yoluyla gerçekleştiğinden ekonominin millileşmesi devrimci bir yöntemle hızla bu işletme ve topraklara el konularak yapılabilmişti. Dönemin Ekonomi Bakanı Ernesto “Che” Guevara Küba hazinesindeki rezervlerin ABD’ye taşındığı ve ABD sermayesi elindeki tüm işletmelerin kanunsuz biçimde diktatörlüğe verilen rüşvetler sonucu elde edildiğini tespit etmişti. Dolayısıyla kamulaştırılan işletmeler için ABD’ye bir bedel ödemek zorunda olmadıkları kararını verdiler. Venezuela’daki soygun ve emperyalist yağma Küba’dan çok daha derindi. Venezuela petrolü bir asırdır hesapsız ve sorumsuz biçimde ABD tekellerine hediye edilmişti. Fakat Bolivarcılar Che’nin çıkardığı hesabı çıkarıp masaya koyacak mücadele koşullarına sahip değillerdi. Ellerindeki tek kaynak olan petrolü uluslararası piyasada satma zorunluluğu onların elini kolunu bağladı. Bu nedenle her şeyi uluslararası egemen sistemin kanunlarına uyarak yapmak zorunda kaldılar. Bu da çok yüksek ekonomik ve siyasi bedellere mal oldu.
Devrimin çözümü ve geçmişin sorunu
Venezuela’da devrim halen kendini çözüm olarak dayatmaktadır. Ancak devrimci çözüm en başta daha büyük bir sorun olarak kendini gösterir. Bir gecede Arap alfabesinden kurtulmanın okur yazar oranına olumsuz etkisi gibi bir şeydir bu. Büyük bir tarihsel sıçrama için bir adım geriye çekilmeyi göze almak gerekir.
Yaşanan çoğu örnekte devrim, çökmüş olan bir düzenden geriye kalan ve hala işleyen son mekanizmaları da parçalayarak işe başlamıştır. Tarihin bu anında devrimci hiç kimsenin yapmaya cesaret edemediği yapar ve can çekişmekte olanı öldürür.
Bu, bir fetihçinin karaya ayak bastığında gemileri ateşe vermesine benzer. Bürokratik komünistlerle devrimciler arasındaki en önemli fark budur. Mao, Stalin’i savunurken “fetih ruhuna sahip olmayan marksizme bulaşmasın!” demişti. İktidarın fethedilmesi ve gerici mekanizmanın parçalanması birbirinden ayrılamaz.
Chávez, bu devrimci görevi halkı zarar görmeden gerçekleştirmeye çalıştı. Emekçileri feda etmek yerine ulusu savunacak mekanizmalar oluşturmaya çabaladı. Fakat bu, nihai kararın büyük kitlelerin çarpışacağı alanda verileceği gerçeğini değiştirmedi.
Emperyalist kuşatmaya karşı devrimci direniş
Bolivarcı Devrimin lideri “Comandante” Hugo Chávez’in 2013’te hayata gözlerini yummasının ardından Venezuela’ya yönelik kuşatma ve saldırı olağan bir hal aldı. Devrimin liderinin yeri doldurulamazdı. Üstelik koşullar daha da ağırlaşmıştı. Petrol fiyatlarındaki trajik düşüş, kontrol edilemeyen enflasyon, paralel döviz piyasasının yarattığı spekülasyon ve karaborsanın iç pazara egemen olması devrimi uçurumun eşiğine getirdi. Tam bu sırada dış baskı olağanüstü bir hal aldı. 2014 başında Ukrayna’daki ayaklanmayla eş zamanlı bir kalkışma denendi. Çatışmalarda 43 kişi hayatını yitirdi. Her ne kadar başarısızlığa uğratıldıysa da bu sefer sağ cephenin 2015 yılı sonunda mecliste salt çoğunluğu ele geçirmesi engellenemedi. ABD’ci cephenin meclisi kontrolü anayasal rejim krizine yol açtı. Meclis, Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu, Anayasa Mahkemesini ve Yüksek Seçim Kurumunu tanımadı. Sürekli olarak uluslararası müdahale çağrısında bulundu. Yetkisi olmadığı halde Devlet Başkanını görevden aldığını bile ilan etti. Tam sular durulmak üzereydi ki 2017 Nisan ayında Amerikan Devletleri Örgütü (OEA) toplanarak Venezuela’ya yaptırımları tartışmaya başladı. Yoğun bir uluslararası medya kampanyasıyla OEA’ya eş zamanlı olarak yeni bir ayaklanma başlatıldı. İki ay süren ayaklanma boyunca yüz dolayında kişi öldü.
Her şey bir yana kesin olan Venezuela’da kendine özgü bir sosyalist sürecin devam etmekte olduğudur. Bu süreç ülkenin tarihsel sorunlarındaki yığılma sebebiyle herhangi bir ülkeden daha karmaşık formlarda işlemektedir. Bölgeyi ve Venezuela’yı görüp tanımayanlar için anlaşılması zordur.
Devrimi yıkmaya dönük dış ve iç baskılar onu sıçramaya zorunlu kılıyor. Geçen 30 Temmuzda gerçekleşen seçimler sonrası Kurucu Meclis’in hayata geçirilmesiyle Bolivarcı devrim yeni bir aşamaya vardı. Kurucu Meclis bir bilanço çıkararak devrimin ihtiyacı olan yeni anayasayı halkın önüne koymakla görevli. Kurucu Meclis sosyo-politik ve ekonomik ilişkileri yenileme, kayıpları telafi etme ve yıkım sürecini sonlandırmayı hedefliyor. Güncel kriz geçmişin sorunlarından kopuş için bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerekiyor.
On adımda krizin gelişimi
ABD’nin birkaç saat uçuş mesafesindeki komşusu olan Venezuela ekonomik ve siyasal dış etkilere daima açık bir ülkeydi. Birçok anlamda dışa bağımlıydı. Bolivarcı Devrim sürecinin asıl belirleyenleri işte bu birbirini tetikleyen iç ve dış kaynaklı etkilerden doğan krizler oldu.
Kamulaştırmalar ve ekonominin ulusallaşması meselesi
Venezuela’da genel olarak kamulaştırmalar yüksek bedeller karşılığında gerçekleştiği için yeni kurulmak istenen ekonominin sırtına ciddi yükler bindirmiştir. Sadece 2007-2009 yılları arasında gerçekleşen kamulaştırmalara ödenen bedel 24 milyar dolar dolayındadır. Aynı tarihlerde Venezuela Devlet Petrol şirketi 22 milyar dolarlık üretim gerçekleştirmiştir. Chávez yönetiminde üç bin kadar şirket kamulaştırılmış ancak bunların çok azı ayakta kalabilmiştir. İşletmeler üretemez hale gelmiş, işçiler fabrika mallarını pazarda satma yoluna gitmişlerdir.
Oligarşiden alınarak devletin ve halkın eline geçen işletmeler ve geniş topraklar verimsizleşmesinin temel nedeni Venezuela’nın tarihsel olarak üretici bir ülke olmamasıdır. Venezuela’da emekçi ve üst sınıflar üretim geleneğine ve alışkanlığına sahip değillerdir. Venezuela ekonomisi petrolün emperyalist şirketlerce yağmalanması bağımlı biçimde gelişmiştir. Yabancı petrol şirketleri petrolün elde edilme sürecinde emekçileri işgücü olarak kullanırken daha üst sınıflarla küçük ortaklıklar ve sınırlı yan işletmeler kurmuştur.
Şirket Kamulaştırmaları
Kamulaştırılan işletmeler yeterli verimliliğe ulaştırılmadığından kamucu politika aksak yürümüştür. Kamu elinde verimli işletmeler olduğu müddetçe ekonomideki belirleyiciliğini sürdürebilir yoksa sayıca çok işletmeyi elinde bulundurmak kamu ekonomisini çöküşe götürür.
Kamulaştırmaların, işletmelerin verimliliğine bakmaksızın topyekûn bir anlayışla gerçekleşmesi günümüzde yarardan çok zarara neden olmaktadır. Telekomünikasyon, maden ve ulaştırma gibi stratejik sektörlerde kamu hâkimiyetinin sağlanması hedef olmakla beraber bunun hangi yolla gerçekleşeceği iyi hesaplanmalıdır. Verimsiz işletmeleri, sorunlarıyla beraber devralmaktansa çağa uygun, gelişkin bir organizasyon ve yönetim anlayışına sahip yeni kamu işletmeleri kurmak daha akılcıdır. Daha sonra kamunun pazardaki egemenliğini garanti altına alacak yasalarla da bu işletmeler desteklenmelidir. Yabancı tekellerin ülkeye girişini tamamen yasaklamak yerine kamuyla teknoloji transferine dayalı ortaklıklarına müsaade edilmelidir. Zira dışardaki bilimsel ve teknolojik gelişmelere ülkeyi kapatmak içeride üretici güçlerin geri kalması sonucunu doğuracaktır.
Toprak Kamulaştırmaları
Venezuela örneği büyük toprak sahipliğinin tasfiyesinde de topyekûn kamulaştırma politikalarının zararını ortaya koymuştur. Chávez yönetiminde 14 yılda 4 milyon hektar dolayında toprak kamulaştırılmıştır. Bu topraklar için milyarlarca dolar bedel ödenmek zorunda kalındı. Üstelik kooperatifler hazırlıklı ve deneyimli olmadıklarından kamulaştırılan çiftliklerde eski işletmelerin sağladığı verimin çok gerisinde kalındı. Örneğin pirinç tekeli Agroisleña’nın kamulaştırılması sonrasında üretimi %40 düştü.
Öncelikle Toprak reformu meselesi her ülkede aynı yakıcılıkta değildir. Büyük toprak sahipliğini uzun vadeli programla çözmek gerekir. Mevcut büyük tarımsal işletmelerin üretimine zarar vermeden küçük toprak sahiplerini üretici duruma getirmekle işe başlanmalı. Küçük üreticinin özellikle sebze ve meyve bahçeciliği ile küçükbaş hayvancılık alanında ülke ekonomisine çok büyük katkılar yaptığı Küba örneğinde görülmüştür. Küçük toprak sahiplerine kooperatifleşme zorunluluğu getirilerek tarım planına uymaları sağlanmalıdır. Tarım kooperatiflerinin sayısı ve işletme bilgisi artırıldığı ölçüde bunlara yeni topraklar kazandırılmalıdır. Kırsal nüfusun istihdamı sosyal ve ekonomik dengeler için stratejik önemdedir.
Latin Amerika’daki büyük toprak sahipliğinin kesin olarak bize gösterdiği şey toprak genişlediği ölçüde kullanım oranının azaldığıdır. Bu kıtadaki oligarşi elindeki toprağın çok az bir kısmını tarımsal üretim için kullanmaktadır. Toprak burada geleneksel bir siyasal egemenlik aracıdır. Yapılması gereken kullanılmayan tüm bu toprakların yasayla bedelsiz olarak kamuya devredilmesidir. Tüm ülkelerde bununla ilgili hukuksal altyapı mevcuttur. Böylece toprak sahipliği siyasal bir egemenlik aracı olmaktan çıkacaktır. Kooperatiflerin verimliliği ve etkinliği arttıkça kamulaştırma ilerletilmeli, özel işletmelerin de kooperatifleşmelerine olanak sağlayacak teşvikler düşünülmelidir.
Popülist Politikalar
Kamulaştırma sonucu yalnızca işletmeler değil orada kadrolu çalışanlar da devletin garantisi altına girdi. Kamulaştırılan birçok işletme üretimden uzaklaştı ve sonunda iflas ettiler. Fakat bu işletmelerde kadrolu olan çalışanlar maaşlarını almaya devam ettiler.
Toplumu küçük de olsa üretime teşvik eden destekler sağlanmalı. Kamu kaynakları disiplin altına alınmalı. Tüm sosyal programlar kendini yeniden üretecek biçimde projelendirilmeli. Örneğin Bolivarcı yönetim bir milyon yedi yüz bin konutu yapıp halka dağıttı. Chávez bir bakanlar kurulu toplantısında bu konut dağıtımını sorgulayarak “sosyalist ekonomi nerede” diye sormuştu. Yani konut ya da toprak dağıtılması meseleyi çözmüyor. Halkın barınma ve geçim sorunlarını bir bütün halinde değerlendirmek gerekiyor. Aksi durumda emekçileri yozlaştıran bir rejime dönüşme riski mevcuttur.
Siyasal örgütlenme, toplumsal kutuplaşma ve çatışma
Öncelikle Venezuela’da uluslaşma sürecinin siyasal, ekonomik, sosyo-kültürel her açıdan yetersiz olduğu tespit etmemiz gerekiyor. Geniş, büyük nehir ve ormanlarla kaplı bir coğrafyada görece düşük bir nüfusu birleştirecek yeterlikte bir iç pazardan yüzyıllarca yoksun kalmıştır. Burada az sayıda Avrupa kökenli, yerli halklarla ve Afrika kökenlilerle ırksal, kültürel karışıma uğramış fakat ulusal kimliği belirleyecek bir baş unsur ortaya çıkmamıştır. Üretici güçlerin zayıflığı ancak birkaç kentte modern toplumun oluşumuna müsaade etmiştir. Burjuvazinin zayıflığı ve emekçi halkın sınıfsal örgütlenmelerden yoksun kalışı sebebiyle toplumsal ilişkiler belirli biçimde yerli yerine oturmamıştır. Toplumsal çatışmalar ise hedefi daima muğlak ve sürekli şekilde sürdü.
Venezuela İspanyol sömürgeciliği döneminde bir siyasal idare değil karakol teşkilatına bağlıydı. Asıl olarak hesap işlerinden sorumlu bir sivil idareci dışında yönetim askeri komutanlığın elindeydi. Bu nedenle Venezuela’da siyaset kurumu daima zayıf kaldı. Bağımsızlık mücadelesi de siyasal bir hareket olmaktan çok askeri bir niteliğiyle öne çıktı. Bağımsızlık savaşı çok kanlı oldu. Sonraki iç çarpışmalar da öyle.
1958 Devrimiyle içeride siyasal örgütlenmeler ortaya çıkmaya başladı. Fakat ordunun rolü hiçbir zaman azalmadı. Devrimci ya da emperyalist işbirlikçisi hareketler silahlı kuvvetlerle kurdukları ortaklığa dayanarak iktidarda kalabildi. Chávez’in 1992’de komuta ettiği ayaklanmanın silahlı kuvvetlerden gelmesi bu nedenle tesadüf değildi.
Chávez yukarıdan örgütlenmiş ve tabana yayılmış bir hareketle iktidara gelmedi. Zaten solun hiçbir zaman bu ülkede kayda değer bir örgütlenmesi olmadı. Sağ ise 90’ların neoliberal politikaların sonucunda halktan kopmuştu. Genel bir örgütsüzlük ve umutsuzluk ortamında Chávez zeki ve cesur bir asker olarak ulusal liderliği ele aldı. İktidara geldikten ancak yedi yıl sonra Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi’ni(PSUV) kurdu.
Partinin sonradan bu şekilde kurulması ideolojik, politik ve örgütsel sorunları beraberinde getirdi. Yeni olan Partiye eski hastalıklar bulaştı. Bolivarcı iktidarın kadroları şimdi Partinin yönetimine de hükmetmeye başladı. Bürokratik kademelerde bulunanlar Parti’de önemli görevler aldılar. Partiyle devletin bu kadar iç içe girmesi Partinin devrimci rolünü zayıflattı. Özellikle bürokraside kirlenmiş ilişkiler Partiye taşındı. Yerel çıkar ilişkileri de PSUV içinde kendine yer buldu. Parti, oynaması gereken tarihsel rolü hiçbir zaman oynayamadı. Bu noktada PSUV’un Meksika Devrimin partisi PRI gibi yozlaşma riski ortaya çıktı.
Bu süreçte sağ yeniden organize oldu. Kendine kitle tabanı yarattı. Yeni ittifaklar kurdu ve güçlerini tahkim etti. Venezuela’yı iç savaş koşullarına taşıyacak çarpışmayı başlattı.
İki noktanın altını çizmek gerekir: Birincisi Venezuela insanın çatışmacı karakteri. Çatışma nihai sonucuna varana dek kitleler durmayacaktır. İkincisi de “Comandante” Chávez’in on dört yıl gibi kısa bir sürede iki asır boyunca gerçekleştirilemeyen bir devrimci birikim yarattığı gerçeğidir. Emekçi örgütlenmelerinden komün teşkilatlarına, irili ufaklı siyasal hareket ve partilerden silahlı kuvvetlere kadar Venezuela’da inanılmaz bir devrimci güç bu kısa zaman diliminde ortaya çıkmıştır.
İki asır önce Bolivar yerlileri savaştırmak için zor kullanmak durumundaydı. Bugün Bolivarcı Devrim 400 bin mevcutlu bir milis teşkilatına sahip. Bağımsızlık savaşı sırasında tam bir anarşi yaşanıyordu. Savaşı komuta edenler arasında bile çatışma vardı. Francisco Miranda bir iç çatışma sonucu İspanyollara teslim edilmişti. Şimdi Bolivarcı yönetimin zirvesinde ve silahlı kuvvetlerde tam bir birlik hali var.
Ancak şunu kabul etmeliyiz ki düşmanı tam bir yenilgiye uğratmadan Venezuela’daki toplumsal kutuplaşma ve çarpışmalar sona ermeyecektir. Bolivarcıların yenilme ihtimalinde ise ülke çok kanlı bir iç savaşa sürüklenecektir.
Sosyalizmin gerçek düşmanı yolsuzluk
Bir asırlık petrol yağmasına dayalı ekonomik düzen yolsuzluğu bir gelenek haline getirmişti. Rüşvet devletin tek işleyiş biçimiydi. Halk ise aşağıya düşen kırıntılarla yaşamaya mahkumdu. Kaynakların millileşmesi bir anda bolluk ve zenginlik yarattı. Her kesimden beklenti yine aynı kaldı: Petrol rantından pay almak.
En hızlı biçimde yolsuzluk geleneğini Bolivarcı sisteme taşıyan yine bürokrasi oldu. Bürokrasinin orta ve üst kesimleri devletle beraber büyüdü ve zenginleşti. Sosyal programların halka inerken eritilmesinden verilen ihalelerden pay almaya kadar geniş bir alanda büyük yolsuzluklar yapıldı.
Kamu işletmeleri ve kooperatif yönetimleri asıl güçlerini üretimden almaktansa merkezden gelen fonlarda arar hale geldi. Bu da işletmeleri verimsiz hale getirdi. Örneğin şeker üreticisi kooperatifler pazar alım satım ve üretim aşamalarını çok iyi planlamasına rağmen sektörü bir türlü geliştiremediler. Çünkü yönetimdekiler fonları kötü kullanmıştı. Bu yöneticiler kamu imkanlarını ailelerine peşkeş çekmiş, merkezden gelen parayı yatırıma dönüştürmemişlerdi. Ayrıca makinelerin ve tarımsal üretimlerin yasadışı biçimde satılması da söz konusuydu. Off shore hesaplar oluşturulmuş, işletmeler vergi kaçakçılığı yapmış, aşırı faturalandırma bir alışkanlık haline gelmişti.
Venezuela’da yaşayan herkesin bildiği bu soruna güçlü bir yanıt verilememesinin ana nedeni Bolivarcı cepheyi bölecek bir çatışma yaratmaktan kaçınmaktı. Düşünüldü ki eğer zenginlik topluma yayılırsa yolsuzluk kültürü de söner. Fakat yolsuzluğun geleceğe ötelenecek bir mesele olmadığı görüldü. Çünkü yolsuzluk sosyalizmin sahip olduğu etik değerleri aşındırmaktadır. Devrimciler seçimlerde ya da savaşlarda yenilebilirler ama değerleri onları yeniden ayağa kaldırır. Oysa yolsuzluk gelecek kuşaklara sirayet eden bir hastalıktır. Yozlaşmış bir siyasal yapı ise bir zombiden farksızdır.
Kurucu Meclis çalışmaya başladıktan sonra bakanlıklarda, Devlet Petrol Şirketi PVDSA’da ve hastane yönetimlerinde bazı yolsuzluk operasyonları gerçekleştirildi. Başkan Maduro Kurucu Meclise gelerek bu konuda bir konuşma yaptı. Kuşkusuz yolsuzlukla mücadele çok daha uzun bir süreç gerektirecek ama en azından Bolivarcı Cephe bu hastalığa teslim olmayacağını gösterdi.
Daha güçlü ve kararlı bir devrimci liderlik ihtiyacı
Venezuela’da sosyalizmin sorunlarını yapısal, tarihsel, ekonomik, politik gibi başlıklara bölmek mümkün. Ancak bu başlıkları birbirinden ayırmak pek mümkün görünmüyor. Bolivarcı Devrim öncesinden gelen sorunlar artık sosyalist sürecin de bir parçası. Küresel ekonomideki gelişmelerden kaynaklanan olumsuzlukları da ulusal süreçten ayrı değerlendiremiyoruz. Zira Venezuela dünyanın en büyük petrol ihraççısı ülkelerden birisi. İç politik çatışmalarda da küresel aktörler arası jeostratejik ve ekonomik rekabetin etkisi büyük.
Yapısal kriz 80’lerden beri süregelmektedir. Bolivarcı devrimin millileştirme hamleleri geçici bir rahatlama sağlamış fakat tek başına kamulaştırma politikası yapısal sorunları çözmeye yetmemiştir. Aksine yeni sorunları beraberinde getirmiştir. Bu sorunlardan biri toplumsal kesimlerin petrol gelirinden aldıkları paydır. Zira gelir düştüğünde toplumsal kesimleri hoşnut etmek daha zor hale gelmektedir.
İç pazarda gıda ve tarımsal üretime yöneldiyse de ülkenin bu yönde bir tecrübe alışkanlığı olmadığından gelişme süreci hızlı ilerlemedi. Her sektördeki gelişim petrol rantından elde edilecek paya endeksli haldeydi.
Ekonomideki petrol rantına dayalı kalkınmacı model ile Bolivarcı devrimin yarattığı komün ekonomisi arasında güçlü bir gerilim var. İktidar içindeki devrimci ve karşı devrimci bloklar bu iki ekonomik politik anlayış üzerinde gelişiyor. Fakat artık petrol rantına dayalı ilişkiler ve fikirler eski gücünü yitirdi. Halk örgütlemelerine dayalı üretim biçimleri tek alternatif olarak ayakta duruyor.
Sürecin en büyük eksikliğinin dinamik ve kararlı bir devrimci liderlik olduğunu tespit edebiliriz. İçeride ilişkileri idare eden, dışarıda kükreyen bir liderliğin kimseye fayda sağlamadığı görüldü. Alttan gelen devrimci gücü yukarıya taşıyacak bir öncülüğe ihtiyaç var.
0 YORUM