Bolivya Dersleri


30 Kasım, 2019    Yazılar



Bolivya'da Evo Morales'in kazandığı seçime rağmen darbe ile gönderilmesinin perde arkasını Siyaset Cafe adlı sitede üç ayrı yazıyla açıkladım. Aşağıda üç yazı bir arada toplandı.

1. Nefretin Yıktığı Ülke

Yaklaşık on iki yıl önce Bolivya başkenti La Paz’a ilk gidişimdi. Bugün devrik devlet başkanı Evo Morales yeni anayasa kampanyasını yürütüyordu.

Kısa süre önce ABD büyükelçisini ve uyuşturucu dairesi adındaki istihbarat servisi DEA’yı ülkeden kovmuştu.

Yüksek tonda bir ABD karşıtı propaganda yapıyordu. Bir kafede oturmuş birkaç “solcu” ile konuşuyorduk.

Sürekli olarak Morales’i eleştiriyorlardı. Ona karşı anlayamadığım bir öfkeleri vardı. Ağzımdan “peki siz ne yapıyorsunuz?” sorusu çıkıverdi.

Onları küçümsemek gibi bir niyetim yoktu ama hiçbir sorumluluk almadan Morales’e saldırmaları mantıklı gelmiyordu. O an bakışlarında nefreti hissettim.

“Hiçbir şey yapmıyoruz” dedi birisi ve bir daha konuşmadık.

Morales, gaz ve suyun özelleştirilerek yabancı şirketlere satılmasına karşı patlayan iki büyük halk hareketi neticesinde 2006’da iktidara geldi.

Bolivya’nın beş asırlık tarihinde iktidara gelmiş ilk yerli kökenli başkandı.

Oysa Bolivya Latin Amerika’nın en yoğun ve saf yerli nüfusuna sahip ülkesiydi. Buna rağmen daima beyaz azınlık tarafından yönetilmişti. Bu elitist rejim bir zamanlar Güney Afrika’daki ırkçı modelin bir benzeriydi.

Daha da kötüsü 1945 sonrası Almanya’dan kaçan önemli Nazi destekçilerinin kontrolüne girmişti.

Ünlü Nazi kasabı Klaus Barbie bizzat istihbarat ve güvenlik teşkilatını kuran kişiydi.

Morales devrildiğinde Başkanlık Sarayı “Palacio Quemado”ya ilk giren kişi de bir Nazi oldu.

Fernando Camacho adlı “Santa Cruz Sivil Komitesi” adlı örgütün lideri başkanlık sarayında yere serdiği Bolivya ulusal bayrağı üzerine bir İncil koyup dua etti.

Camacho, Hırvat kökenli bir aileye mensup Branco Marinkovich ile de yakın ilişkiliydi.

Marinkovich ailesi Nazi işbirlikçisi olduğu için Bolivya’ya kaçmıştı.

Buradaki kaynaklarla zenginleşen aile Morales’in millileştirme politikası sebebiyle ayrıcalığını yitirmişti. Marincovich’in başında bulunduğu beyaz elit zengin gaz rezervlerinin olduğu Santa Cruz eyaletini Bolivya’dan koparmak için çabalamıştı. Morales’i öldürtmek için Hırvatistan’dan bir grup
suikastçi getirdiği ortaya çıkınca Brezilya’ya kaçmıştı.

Şili ve Ekvador’da neoliberalizmin yarattığı gelir adaletsizliğine, yoksulluğa, sosyal güvenceden yoksun
bırakılmaya karşı halk ayaklanmaları yaşanıyor. Halk, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetleri bile
edinemiyor bu ülkelerde. Şili’de ayaklanma yüksek ulaşım ücretlerinden patladı. Ancak Bolivya’da hiç böyle bir durum yok. Tam aksine sosyal devlet ve halkını zenginleştirmiş bir yönetim bulunuyordu.

Morales döneminde 74 milyar dolarlık kamulaştırma yapıldı. Sağlık ve eğitim ücretsiz hale getirildi.

Halkın elektrik, su ve yakıt ihtiyacını karşılamak için fiyatlar daima düşük tutuldu.

Bu politikalar neticesinde Bolivya son 13 yıldır hiç durmaksızın büyüyor. Kıtanın en yüksek Gayrı Safi büyüme oranına sahip olan Bolivya IMF verilerine göre 2010 yılından bu yana %127 büyümüş. Bolivya,
Amerika kıtasında(ABD dahil) en az işsizlik oranına sahip üçüncü ülke durumunda.

Morales yönetiminde hem yoksulluk hem gelir eşitsizliği %25 düştü. Amerika kıtasında %1,7 ile enflasyonun en düşük olduğu üçüncü ülke yine Bolivya. Morales yönetimi tüm Bolivya tarihi boyunca en istikrarlı ve
ekonomik olarak hem de halk lehine en iyi olduğu dönemdi.

20 Ekimde seçimler gerçekleşti ve Morales zaferini ilan etti. O geceden itibaren Amerikancı gruplar ülkeyi yakıp yıktı. Komplo o kadar iyi organize edilmişti ki Başkent dahil üç büyük kentte polis teşkilatı muhalefetin tarafına geçti. İktidar partisinin üyelerinin, milletvekillerinin aileleri kaçırıldı, evleri yakıldı.

Aileleri rehin alınan valiler, belediye başkanları istifalarını vermek zorunda kaldılar.

Devlet başkanının ve kardeşlerinin evleri yakıldı. Başkan yardımcısı Alvaro Garcia Linera’nın ailesi canını zor kurtardı. On binlerce kitaplık kütüphanesini yaktılar. Ordu, olan biteni izledi.

İktidar partisi savunmasız kaldı ve uğradığı şiddet karşısında çözüldü. Başkan Evo Morales yeniden seçime gitme çağrısı yaptıktan 12 saat sonra ordu istifasını isteyen bir muhtıra verdi. Onun seçime girmesini dahi
istemiyorlardı. Çünkü son 13 yıldır Morales girdiği tüm seçimleri açık ara farkla kazanıyordu.

Bütün bu olgular bize bir ülkenin istikrarsızlaştırılması için ekonomik sorunlara gerek kalmadığını gösteriyor. Bana göre Bolivya’daki bu akıl dışı siyasi durumun en önemli sebebi nefrettir. Olayları takip ederken on iki yıl önce o masada otururken gördüğüm şeyin de bu olduğunu fark ettim.

Bolivya toplumu tarihinden gelen arızalar sebebiyle derin biçimde birbirinden nefret eden bir toplum. Bu nefret yüzünden bir yerli ve köylü olan Morales’in iktidara çıkmasını hiçbir zaman kabullenmediler.

Zaten Morales’e karşı isyanın sebebi bile bu nefreti ortaya koyuyor. Muhalefetin söylediği tek şey “Morales ömür boyu başkan olmak istiyor”du. Neymiş, bu demokrasiye aykırıymış.

Bunu tarihinin hiçbir aşamasında Morales dönemindeki kadar demokratik haklara sahip olmayan bir toplumda söylüyorlar. Almanya’da Merkel 14 yıldır iktidarda. Kimsenin aklına onu devirmek gelmiyor.

Ama Morales’in 13 yıldır iktidarda olması anti demokratik oluyor.

Morales gitti ve belki de beş asır daha Bolivya yerli bir başkan göremeyecek.

Sonuç olarak emperyalizm kazandı.

Che’yi öldürenler yeniden iktidara geldi. Bolivya, nefretle yaşayan bir toplumun asla özgür ve mutlu olamayacağını acı biçimde kanıtladı.

2. Çok Kutuplu Dünyada Darbelerin de Tek Patronu Yok

Bir tuhaflık olduğu seçim gecesi Rus ajansı “Sputnik”in İspanyolca yayınından belliydi. Habere göre Morales ilk turda seçimi alamamıştı. Oysa bölgeden gelen bilgilere göre Morales’in oyları 8-9 puan muhalefetin önündeydi. Elli bin oy daha aldığında ilk turda zaferini ilan edecekti. Öyleyse Sputnik’in acelesi neydi?

Ertesi gün Morales %45’in üzerine çıktı ve rakibine 10 puan fark atarak seçimi kazandı. Resmi sonuçlar ilan edilirken muhalefet sokakları yıkıyordu. Yollar kesilmişti, iktidar partisi milletvekillerinin evleri yakılıyordu. Polis olan bitene karşı kayıtsız kaldı. Sonra da ayaklanmaya katıldı. Sonunda Morales “tamam” dedi “bu şiddete son verin, yeniden seçim yapalım”. Ordu sessizliğini bozup istifasını isteyince, gitmekten başka çaresi kalmadı. 

Bolivya muhalefeti ikiye ayrılmış görünüyordu. Bir tarafta seçim yarışına katılan yasal bir muhalefet vardı. Diğer yanda kent yönetimlerini ellerinde tutan ayrılıkçı beyazlar duruyordu. Ayrılıkçılar daima Morales’in seçime girmesine karşı siyaset yaptılar. Ayrı taktiklere sahip bu iki kesim ayaklanma sırasında birlikte hareket ettiler. Fakat Morales düştüğünde yasal muhalefet ne meclise uğrayabildi ne de başkanlıkta hak iddia etti. Seçimde %35 oy alan muhalefetin adayı yerine partisi %4 oy alan bir kadın kendini başkan ilan etti. Irkçı olduğunu gizlemeyen bu atanmış başkanın ilk işi tam bir soytarı gibi başkanlık sarayına dev gibi bir İncil’le dalmak oldu. Hiçbir yasal dayanağı olmadan devlet başkanı ilan edilen bu Jaenine Ãnez’i ABD, İngiltere ile onların bölgedeki birkaç uydu yönetimi hemen tanıdı. 

Fakat beklenmedik bir şey oldu; o sırada Bolivya’nın komşusu Brezilya’da bulunan Rus Dışişleri de Ãnez’i tanıdığını açıkladı. Ertesi gün Putin, ABD’nın bölgedeki en azılı yandaşı ve Morales’in düşmanı olan Brezilya devlet başkanı Bolsonaro’yla samimi görüntüler verdi. Rus Dışişleri Bakan yardımcısı durumu toparlamak için “Bolivya’da karışıklık istemiyoruz, durumun sakinleşmesini istiyoruz, o yüzden tanıdık” gibi bir şeyler geveledi. 

Teşbihte hata olmaz derler; diyelim ki yıl 2023, günlerden 25 Haziran. Erdoğan bir yanda muhalefetin adayı öte yanda. Bir de yasal olmayan –ayrılıkçı ve dinci- muhalefet var ki onlar Erdoğan’ın seçime girmesine bile karşılar. Sandıklar açılıyor. Erdoğan %50 sınırında ama henüz aşamamış. Rus haber ajansı “Erdoğan seçimin ilk turunda zaferini ilan edemedi” diye yayın yapıyor. Sonrasında ortalık karışıyor. Polis sesini çıkarmıyor. Ordu Erdoğan’ın istifasını istiyor. Erdoğan gidiyor. Yerine ne yardımcısı, ne meclis başkanı, yasal dayanağı olmayan birini getiriyorlar. Rus Dışişleri bu kişiyi tanıdığını açıklıyor. Putin, o sırada Yunanistan başbakanıyla samimi pozlar veriyor. 

Siz olsanız, Rusya Türkiye’nin iyiliğini düşündüğü için mi darbecileri tanımıştır diye düşünürsünüz? Yoksa Putin’in Yunanistan’ı ve AB’yi kaybetmemek, ülkesinin Türkiye’deki ekonomik çıkarlarını garanti altına almak, iktidar boşluğundan faydalanmak için Erdoğan’ı feda ettiğini mi?

Tabi bunların hepsi bir fantezi, Türkiye’de gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyler. Ama yine de kafam Bolivya madenlerinin yarısını ihraç ettiği Çin’in sessizliğine takılıyor. “Yeni İpek Yolu Rotası”nın en önemli hattının geçtiği Bolivya’da darbe oluyor ama ABD ile yarışan Çin’in sesi çıkmıyor. Anlaşılan Çin’in darbeyi yöneten Santa Cruz merkezli oligarşi ile de bir sorunu yok. Oradaki devasa tarım alanları ve madenleri işleten Çinli şirketlerin Morales’e darbe yapan ırkçı beyaz azınlıkla arası gayet iyi. 

Bolivya’daki darbede Morales’in karşısındaki uluslararası koalisyon her geçen gün giderek daha çok Libya’yı anımsatıyor. Eğer Morales, Arjantin’in desteğiyle Meksika’ya sürgüne gitmemiş olsaydı sonu Kaddafi gibi olacaktı. Bu bile Bolivya’yı iç savaşın eşiğine gelmekten kurtaramadı. Her gün onlarca kişi öldürülüyor. Üstelik bunlar Morales taraftarı bile değiller. 

Belki de Bolivya’da tanığı olduğumuz şey çok kutuplu dünyanın ilk darbesidir. Kuşkusuz ardında darbeler konusunda asırlık tecrübesiyle ABD vardır. Ama sahibi bir tek ABD değildir. Hedeflenen ise bir düzen kurmak asla değildir. Çok kutuplu dünyada darbelerin hedefi güçlü ulusal liderlikleri yıkmaktır. Toplumu düşmanlık, nefret ve çıkar çatışmalarında bir daha asla bir araya gelemeyecek biçimde parçalamaktır. Sonrasında nükleer güçleriyle birbirlerine üstünlük sağlayamayan süper devletler istediklerini alacaklardır. Sonuçta bu ülkeler şirketlere pay edilmiş sömürgelere dönüşecektir. 

 

 

Libya, yıllardır süren iç savaşa rağmen Avrupa’ya tarım ürünleri, Amerika’ya petrol satıyor. Tarlalarda Afrikalı göçmen köleler zorla çalıştırılıyor. Rafineriler çetelerin elinde. Bolivya’da insanlar sokaklarda öldürülürken Lityum’u Almanlar almaya devam ediyor. O sırada Çinliler Bolivya Amazonlarını yakarak elde edilen soya tarlalarını ekip, madenleri taşıyor. 

Öyleyse darbe kaçınılmaz mı? Dün Suriye, Libya, bugün Bolivya, yarın sırada İran, Türkiye mi var? Bu soruların cevaplarını her ulus kendisi verecek. Ancak şunu unutmayalım: Yenilgiye dair sorular daima içe doğru sorulur. Kimse kendi yenilgisinin faturasını düşmana kesemez. Dünyanın egemenlerine güvenerek de felaketten kurtulamaz.

3. Sokağı Kaybeden iktidarı Kaybeder

Temmuz ortasıydı; Bolivya devlet başkanı Moskova’ya önemli bir ziyarette bulundu. Ülkesinde nükleer reaktör yapımı ve stratejik maden lityum işletmesi dahil kapsamlı anlaşmalar imzaladı. Öyle ki Bolivya kendi nükleer fizikçilerini Rusya’da yetiştirecek, askeri işbirliğine gidilecek ve gaz-petrol üretiminde ortaklıklar kurulacaktı.

Morales, Rusya ile stratejik anlaşmalar imzalarken aynı günlerde başlayan sosyal hareketin birkaç ay sonra gerçekleşecek Bolivya darbesinin temellerini attığından habersizdi. Kendince iktidarı için de stratejik bir hamle yaptığı düşüncesindeydi.

 

Bu olay tuhaf biçimde aklıma “Gezi Olayları”nı getirdi. Dikkatlerden kaçmış olabilir: 15 Mayıs 2013 günü Erdoğan ilk kez “Blair Hause” olarak tanınan ABD Başkanlık konutunda Obama tarafından ağırlanmıştı. Obama, Erdoğan ve MİT Müsteşarı Fidan’la Blair Evi’nde bir masa etrafında yaptıkları toplantının görüntülerini başkanlık sitesinde yayınlamıştı.

ABD Başkanının bir başka devlet adamını kendi evinde ağırlaması yeterince büyük bir jestti. Fotoğraflar ise ortaklığın ne kadar ileriye taşındığını yansıtıyordu. Fakat Erdoğan’ın Blair Evi’nden ayrılmasının üzerinden iki hafta geçmeden 31 Mayıs günü “Gezi Olayları” patladı. 

 

Bu benzerliği kurmaktaki kastım basit bir çıkarımla konuyu iki büyük potansiyele bağlayıp kapatmak değil. Yani ne Bolivya’daki darbeyi Rusya yaptı ne de Gezi’yi ABD başlattı. Belki tam tersine Gezi’yi Rusya’nın başlatıp Bolivya’daki darbeyi ABD’nin gerçekleştirme ihtimali daha yüksek olabilir. Fakat benim asıl işaret etmek istediğim şey “süper güçler”le yapılan stratejik anlaşmaların ülke içerisindeki sosyal ve politik dengeleri etkileme potansiyeli. Ya da bu tarz yakınlıkların ülkedeki mevcut iç çelişkileri çatışmaya dönüştürme ihtimalini artırması.. 

 

Bu nasıl oluyor, hangi araçlarla, nasıl yapılıyor diye sormayın, bilmiyorum. Anladığım şey yapay zekanın da kullanıldığı, olağanüstü bilgi yönetimine dayalı bir çağda olduğumuz. İletişim teknolojisinin hızı, kitleleri manipüle etmeye yarayan araçların(sosyal medya) anlık gücü ve bunların uzun vadede toplumsal kültür ve insan davranışı üzerindeki etkisi daha önceki çağlarda görülmemiş şeyler. 

 

Arap Baharı” 17 Aralık 2010 günü Tunuslu bir sokak satıcısı olan Muhammet Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlamıştı. Sıradan bir sokak satıcısının başlattığı dalga Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’yi bugünkü haline getirdi. On milyonlarca insan savaş, ölüm, açlık, zorunlu göç gibi felaketlere maruz kaldı. Bu nasıl oldu hala tam olarak anlaşılmış değil. Ancak tüm bu gelişmelerin Bush’un siyahi Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice’ın Afrika’dan Afganistan’a Müslüman ülkelerin sınırlarını değiştirecekleri açıklaması yapmasının üzerinden birkaç yıl sonra gerçekleştiğini iyi hatırlıyoruz. 

 

Bolivya’da Morales yönetiminin devrilmesinden bir tür “sosyal darbeler” dönemine girmiş olduğumuzu ve sokağı kaybedenin iktidarı yitirdiğini anlıyoruz. Bu darbelerin temel gücü haline gelen hareketlerin ortak özelliği ise belirli bir ideoloji, siyasal örgütlenme ve liderden yoksun olması. Sanki bir el asla bir araya gelemeyecek toplumsal kesimleri anlık biçimde beraber hareket ettirip sonra dağıtıyor. Bir programa ve iktidarı devirmekten başka bir hedefe sahip değilmiş gibi görünen bu sosyal hareketler nihayetinde emperyalizmin ve onun transnasyonal şirketlerinin çıkarlarına uygun bir ortam yaratmaya hizmet ediyor. Yaratılan “özgürlük rüzgarı”nın tozlarından bırakın insanlık için kendi ulusal bütünlüğü için bile bir şey çıkmıyor.  

 

Öyleyse siyasetçilere ve devleti yönetenlere büyük sorumluluklar, fedakarlıklar düşüyor.

Bakın mesela Arjantin’de en az %40 oyu olan eski başkan Cristina Kirchner ABD’ci cepheyi parçalamak için kendini değil %4 oya sahip Alberto Fernandez’i devlet başkanlığına taşıdı. Bayan Kirchner’in dört yıllık muhalefet sürecinde hakkında sayısız dava ve tutuklama kararları çıkarıldı. Partisi, ülkeyi ekonomik ve sosyal çöküşe sürükleyen neoliberal iktidara karşı bir rejim krizi yaratmamak için Genel Grev’e bile destek vermedi. Onun bu siyaset becerisi sayesinde bugün Güney Amerika’daki tek ilerici, halkçı ve milli yönetim Arjantin’de kuruluyor. Komşusu Bolivya’da ise devlet başkanı Morales anayasal sınırlamaya rağmen seçime girmekte ısrar etti.

Karşısındaki cepheyi parçalamak, gelen komployu durdurmak için gerekli fedakarlıkları yapmadı. Sermayeye yaranacağım, yabancı yatırımı artıracağım, ödemeler dengesini korumak için kemer sıkacağım derken kendisini iktidara taşıyan halk kesimlerini kaybetti.

 

Sonuç olarak artık sosyal ittifaklarını yitiren bir iktidarın ömrü uzun olmuyor. Ekonomiyi ne kadar iyi yönetirseniz yönetin “gelişmekte olan ülkelerde” kalkınma denilen şey istikrarsızlık üretiyor. Süper devletlerle kurulan ittifaklar ise hiçbir iktidarın ömrünü uzatmıyor.

 

Videolar





Haberler

İğrenç bir komplo!
Adamın partisine el koydukları yetmemiş gibi şimdi de fuhuşla suçlayıp itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.
Venezuela’da parlamentodan sonra partiler rejimi de sona eriyor
Venezuela’da iki sosyalist partiye kayyım atandı
Nobel’in ardındaki “Zürafa” öldü
Mercedes Barcha Pardo, cumartesi sabahı Meksika başkenti Meksiko’da, 87 yaşında hayata gözlerini yumdu. Külleri eşinin yanına Cartagena Kolombiya’daki mezarına taşındı.
Bolivya'da darbe bitmiyor
Bolivya, Evo Morales’in darbe ile ülkeyi terk etmek zorunda kalışının üzerinden henüz bir yıl geçmeden yeni bir darbeyle karşı karşıya. Daha önce 2 Mayıs olarak belirlenen ve sonra 6 Eylüle alınan seçimler Yüksek Seçim Mahkemesi (TSE) kararıyla üçüncü kez belirsiz bir tarihe ertelendi. Güvenlik güçleri kararı protesto eden halka karşı ateşli silahlar kullanıyor. Son on günde en az yüz kişinin ordu ve paramiliter güçlerin saldırılarında öldüğü tahmin ediliyor.
Ve sonunda Bolsonaro da maskeyi taktı (Kısa bir süreliğine de olsa)
Pandemiye karşı önlem almamakla ünlü Brezilya devlet başkanı Jair Messias Bolsonaro'da Kovid pozitif çıktı.
“Sıfır Numaralı” Komutan’a Veda
Tarihin nasıl ilerleyeceği meçhuldür ama eğer ilerleyecekse bu sıra dışı kişilerin “zoruyla” olacaktır. Althusser’in dediği gibi “Gelecek Uzun Sürer”, tarih yavaş ilerler, toplumlar zamanla evrilir ve devrimlerle dönüşürler. Verilen mücadelelerin şiiri gelecek kuşaklara miras kalır. İyiler ve kötüler, ta ki kurnazlar ortaya çıkana dek, alışkanlık gibi savaşı sürdürürler. Çünkü tarihin akışını değiştirmek için savaşmak yetmez. Onu farklı biçimde yorumlamak da gerekir.
Maduro’yu Kızıl Bereli Burjuvalar mı devirecek?
Venezuela başkenti Karakas’tan kalkan T7-JIS kuyruk numaralı bir jet Cuma gece yarısına doğru Senegal kıyılarının karşısında bulunan Cabo Verde uluslararası havaalanına indi. Uçağın içinde Amerikan güvenlik birimlerinin beklediği önemli bir misafir vardı: Alex Nain Saab Morán adındaki Kolombiya kökenli bu iş insanı ABD’nin Maduro yönetimine yönelik açtığı ve ucu Türkiye’ye kadar uzanacak davaların kilit bir ismiydi.

Latinamerikainfo | Copyright 2014 | Sitemizde Kullanılan Tüm Yazı ve İçerikler Özgür UYANIK'a aittir. İzinsiz ve İsim Belirtmeden Kullanılamaz. Tüm Hakları Saklıdır.