25 Kasım, 2019 Yazılar
Arkadaş derdi sevdiklerine: ‘Amigo’. Daima ayrıntılara önem veren bir karakteri vardı. Herkesle özen ve dikkatle ilgilenirdi. O arkadaşlarına sahip çıkan ve daima hatıralarına sadık kalan bir liderdi. Bu yüzden sonsuza dek hepimizin arkadaşı olarak kalacak
25 Kasım 2016 gecesi Fidel Castro hayata gözlerini yumduğunda herkesin aklında "Küba’ya ne olacak?" sorusu vardı. Uzaktan bakanlar için yalnızca kaygıyı ifade eden bu soru aslında Fidel’in yaşam gerekçesiydi. 27 yaşındayken eline silahı alıp mücadeleye giriştiğinde aklında yine bu soru vardı. Daha doğrusu Fidel’in ömrü bu soruya verilmiş bir cevaptı: Hapsedildiğinde, sürgüne gittiğinde, tekrar Sierra Maestra dağlarına ayak bastığında, ABD’nin kontrgerilla ordularına karşı savaştığında, işgale, ambargoya karşı direndiğinde hep aynı soruya cevap veriyordu. Onu tarihin bir öznesi haline getiren düşüncenin temelinde "Küba’ya ne olacak?" yatıyordu.
Tarihte çok az liderin varlığı bu kadar sınırsız biçimde bir ülkenin kaderiyle özdeşleşmiştir. Bu soru Fidel’le o kadar bütünleşmiştir ki bugün dahi cevap verirken Fidel’in çözümünü kimse görmezden gelemez. Onun inatçı mücadelesi, yaşadığı dönemin değil geleceğin Küba’sını temelden inşa etmiştir.
Kuşkusuz toplumların ilerlediği tarihsel yön, salt onun kurucularının istisnai idaresinin sonucu değildir. Bu evrim öncelikle her dönemin kendi koşulları tarafından belirlenir. Ancak sonucu tanımlayan belirleyici olaylarda, bazı bireyler yeri doldurulamaz bir rol oynamaktadır. İşte Fidel tarihte bu istisnai yere sahip liderlerden biridir.
GERÇEKÇİ VE TUTKULU
Onun özgünlüğü yalnızca yarım asırdan fazla liderliği sürdürmesi değildi. Dünyada jeostratejik kırılmaların yaşandığı bu uzun süreçte Fidel, dünyanın her yanındaki destekçileriyle gerçekçi ve tutkulu bir bağı kesintisiz biçimde sürdürmeyi başardı. Üstelik bunu hiç durmaksızın onu karalayan uluslararası basına rağmen gerçekleştirdi.
Bütün hayatı boyunca sömürü sistemiyle mücadele etti. Emperyalizmin baskısı altında bir sosyalizm projesinin ve antikapitalist bir düzenin, ABD’nin 90 mil açığında gerçekleştirilebileceğini kanıtladı. Dokuz canlıydı; altı yüzden fazla suikast girişimi ve on bir ABD başkanı eskitti. Moncada Baskını’ndan gerilla savaşına, nükleer füze krizinden Sovyetlerin çöküşüne her dönem ve koşulda hayatta kaldı.
Büyük toprak sahibi İspanyol kökenli bir babanın oğluydu. Cizvit rahiplerinin yatılı okulunda öğrenim gördü. Mülkiyetçiliğe ve sermaye düzenine hep karşı oldu. Cizvitlerden eşitlik idealini aldı ama devrimden sonra tüm din okullarını kapattı. Herkese yaşayabileceği bir ev sağladı. Ancak iktidarda olduğu yarım asır boyunca bireysel mülkiyeti yasakladı.
Küba’nın Sovyetlerle ilişkisi "Che"nin Dışişleri Bakanlığından bu yana daima tartışmalıydı. Fakat Sovyetlerin "kapitalizmle bir arada yaşama" siyasetine cepheden karşı olan "Che" bile ABD’nin burnunun dibinde sosyalist bir deneyin bir başka nükleer güce dayanmadan yaşama ihtimali olmadığını kabul ediyordu. Fidel gibi bir stratejistin bu gerçeği görmezden gelmesi mümkün değildi. Onun "Che" gibi gidebileceği bir Bolivya’sı yoktu. Küba’da sosyalizmi yaşatmaktan başka bir tarihsel görevi olamazdı.
Sovyetlerin yalnızca askeri gücünden değil mali ve teknolojik olanaklarından da yararlandı. Doğrusu şeker kamışından başka kaynağı olmayan Küba’nın alt yapısını Sovyetlerin desteği olmadan kuramazlardı. Küba bağımsızlığından bu yana iyi bir eğitim sistemine sahipti ama toplumun her kesimi yararlanamıyordu. Halka istisnasız biçimde yayılmış bir eğitim Sovyetler sayesinde başarıldı. Ordu, istihbarat ve güvenlik kurumları böylece inşa edildi. Hatta Domuzlar Körfezi saldırısı dahi Sovyet danışmanların yönlendiriciliğinde püskürtüldü.
PERESTROYKA’YA MEYDAN OKUDU
Tüm bu faydalara karşılık Sovyet rejimi Küba’da "Komünist Partisi"ni yeniden icat etti. Bürokratik bir kasta dayanan yapısını, tasfiyeciliğini ve iktidarı tanrılaştıran anlayışını buraya ihraç etti. Bir halk savaşıyla zafere ulaştırılan devrimin yöneticileri Komünist Partisi’nin binalarına hapsoldu. Her zaman halkıyla beraber, daima onların içinde görünür olan Fidel bile bazı dönemlerde bu yalıtılmadan payını aldı. Yine de Küba’da "devlet partisi" bir yanıyla hep Latin Amerikalı kaldı. Çünkü "Fidelizm" devrimde ısrar, halka ve bağımsızlık mücadelesinin öncülerine sadakat demekti.
Kruşçev’i severdi. Belki de köylü kökeni sebebiyle onu kendine yakın bulurdu. Gorbaçov’dan nefret etti. Perestroyka’ya meydan okudu. Onu kapitalist bir ilerleme modeli olarak mahkûm etti. Sovyetler yıkılmadan çok önce Küba’ya kaynak aktarımını kesmişti. Yıkıldıktan sonra ise kimse Küba sosyalizmine yaşam şansı tanımıyordu. Fakat Kübalılar ambargoyu, açlığı, kapıya dayanan karşı devrimi yendiler. Fidel neredeyse otuz yıl süren, bu acı fedakârlıklara dayanan dönemde, halkının adeta çelik gibi kaynaşmış kollektif direnişini zafere taşımayı başardı. Bu zafer neticesinde Latin Amerika solu, neo liberal dönemin yıkıntılarından iktidara yürüyebilecek bir referansa sahip oldular.
25 Kasım 1956’da kıta toprakları Meksika’dan yola çıkıp Küba’ya ulaşan efsanevi Granma’sını yeniden anakaraya çıkarmanın yollarını aradı. Küba bazı dönemler içine kapansa da Fidel 1959 Devriminin enternasyonalist karakterini korumaya özen gösterdi. Devrimi adada hapsetmek isteyen ABD’nin kuşatmasına rağmen Latin Amerika ülkelerinin tümünde Küba ile ilişkili devrimci hareketler ortaya çıktı. Nikaragua’daki 1979 Sandinist Devrim’i Küba’nın desteği olmaksızın başarıya ulaştırılamazdı. 1999’da Chávez’in liderliğinde en büyük atılımını yapan Bolivarcı Devrim girdiği krizleri Küba’nın politik tecrübesi olmaksızın yönetemezdi. ,
LATİN AMERİKA’NIN DALGAKIRANI OLDU
Küba yarım asır boyunca Latin Amerika’ya yönelen emperyalist saldırının önünde bir dalga kıran gibi durdu. Onun en ucunda da bir fener gibi dimdik duran Fidel Castro vardı. Onun bitmeyen enerjisi, inadı ve yön göstericiliği olmasaydı Küba ayakta kalamazdı. Eğer Küba yıkılsaydı Latin Amerika’da halkçı ve antiemperyalist liderliklerin iktidara gelmesi uzak bir ihtimaldi.
Arkadaş derdi sevdiklerine:"Amigo". Daima ayrıntılara önem veren bir karakteri vardı. Herkesle özen ve dikkatle ilgilenirdi. Marquez’in dediği gibi "(O’nun) düşüncelerinin özü, kitlelerle uğraşmanın her şeyden önce bireylerle ilgilenmek anlamına geldiği, konusundaki netliğinde yatmaktadır". Arkadaşlıktı bireylerle ilgilenmenin temeli. O arkadaşlarına sahip çıkan ve daima hatıralarına sadık kalan bir liderdi. Bu yüzden sonsuza dek hepimizin arkadaşı olarak kalacak. Dünyanın her yerinde küçük Fidel’ler onun adını yaşatacak.
0 YORUM