Latin Amerika'da Devrimci Yazarlar


01 Ağustos, 2016    Yazılar



*Bu yazı Bilim ve Ütopya Dergisi Nisan sayısında yayımlandı* Aydınlanma’dan çok önce Sokrates’in zamanında, hatta ondan da önceki çağlardan beri, gerçeğin ifade edilmesi devrimci bir eylem olagelmiştir. Aydın, yazar, gazeteci, sanatçı, düşünür daima bu devrimci görevle karşı karşıyadır: Gerçeğin dili olmak. Bedeli ise en hafifinden dışlanmak, hapis ya da sürgün edilmektir. Ölüm ise çoğu zaman bir kurtuluş sayılabilir. Engizisyonun işkence hanelerinde bitmek bilmez eziyetlere katlanmak, en sevdiklerinin kurban oluşunu görmek de vardır. Fakat aydın bilir ki, hiçbir bedel hakikatin bir formda ortaya çıkışına engel olamaz. Ve bu yalnızca bir sanatçının değil, milyonların acısı pahasına gerçekleşir.

Fetihten bu yana Latin Amerika’nın bildiğimiz tarihi, bahsettiğimiz acıların bir yansımasıdır. Sömürgecilik, kıtadaki milyonları köleleştirirken aslında gerçeğe karşı bir savaş açmıştı. Birkaç yüzyıl içinde kıtadaki halkların hafızası silindi. Sanatçılar, aydınlar ve yazarlar ise halkı uyardılar ve gerçekliklerini anımsattılar. Yaptıkları şey devrimlerin ateşini yaktı. Sömürgeciliğe, emperyalizme karşı toplumlara güç, kimlik ve kendine güven sağladı.

Bu ay “Kondor’un Güncesi”nde Latin Amerika’da yakın tarihin bazı devrimci aydın, yazar ve sanatçılarına tanıklık edeceğiz. Onların, gerçeği, sıra dışı yaratımlarının formunda, nasıl devrimci bir güce çevirdiklerini göreceğiz.

Héctor Germán Oesterheld: “El Eternauta” (Haziran 1976/La Plata, Arjantin)

Ahizeyi yerine koyup bir anlığına düşünceye daldı. Eserin kahramanı “Juan Salvo”nun başkalarını kurtarmak için en yakınlarını kurban vermesi, doğru muydu? “Kurtuluş”un başka bir yolu yok muydu? “Her neyse” dedi kendi kendine. Gözlendiği hissiyle kulübeden dışarıya baktı. Sağnak halde yağan yağmurdan başka hiçbir şey göremedi. Buenos Aires’in meşhur bahar yağmurunda hiç kimse dışarı çıkmaya cesaret edemezdi.

Héctor Oesterheld, biraz önce telefon kulübesinden, son birkaç notunu da yayınevini arayarak sekretere dikte etmişti. Latin Amerika’nın gelmiş geçmiş en önemli bilim kurgu çizgi romanı olan “El Eternauta”nın ikinci kitabının senaryosu bitmişti. Birkaç ay önce gelen faşist cuntanın “ele geçirilmesi gerekenler” listesinde olan yazarı ise kitabı, yer altı koşullarında kaleme alıp ancak sokak telefonundan okuyarak yayınevine ulaştırabilmişti.

İlk eserini 1943’te veren Oesterheld, 1950’den itibaren onu geniş kitlelere tanıtan senaryoları kaleme almıştı. “Sargento Kirk” gibi kovboy öykülerinden “Ernie Pike” gibi gerçek savaş anlatılarına ve “Kızıl Defter” gibi çocuk hikayelerine kadar çok farklı eserlere imza atmıştı. Che’yi ve Evita’yı  ilk kez çizgi roman öyküsü haline getiren de O’ydu. Fakat hiçbiri 1957’den itibaren yayınlamaya başladığı “El Eternauta” kadar derin bir etki yaratmadı.

Bu eser garip biçimde bir bilim kurgudan aşan, güçlü politik altyapıya sahipti. Bir “üstkurmaca” ürünü olan eserde yazar kendini kullanmaktaydı. Öyküde;  Oesterheld, ortanca ismi olan Germán’ı kullanır. Bir gece aniden Germán’ın evinde bir adam belirir. Juan Salvo adındaki bu kişi “El Eternauta”dır, yani sonsuzluk gezgini. Zamanlar arası yolculuk yapan bu garip kişi Germán’a hikayesini anlatmaya başlar.  Gelecekte gerçekleşen, radyoaktif kar serpintisiyle başlayan bir istiladan ve ona karşı verilen mücadeleden bahseder.  Düşmanı tanımak ve ona karşı durmak aynı şeydir “El Eternauta”da. Kahramanlık ise asla bireysel değildir.

1976’da darbeye gelene dek Latin Amerika 20. Yüzyılın en uzun on yılını yaşamıştı. Küba Devrimi gerçekleşmiş, Vietnam savaşı başlamış, Che ve Allende öldürülmüş, Pinochet iktidara gelmişti. Oesterheld bu birikimin bir ifadesi olan El Eternauta’nın ikinci kitabını darbe koşullarında kaleme almıştı. Sadece kendisi değil dört kızı da aranmaktaydı. Neredeyse her şey kitapta kurgulandığı gibi oldu. Önce kızlarından ikisi öldürüldü ve sonra hamile olan diğer ikisi de cuntaya bağlı güçlerce kaybedildi.  1976 Haziranından 1977 yılbaşına kadar Oesterheld bütün çocuklarını cuntaya kurban verdi. Kendisi 1977 Nisanında ele geçirildi. Bir yıl süren sorgu sürecinin sonunda öldürülerek kaybedildi.

Oesterheld ikinci kitabın basıldığını asla göremedi. Kitabın çizeri Francisco Solano Lopez hikayeyi kaçtığı İspanya’da resmedebildi. Ona göre hikayenin son bölümünün Oesterheld tarafından yazıldığı şüpheliydi. Bu asla bilinemedi. Çünkü Oesterheld “El Eternauta” gibi zamanda kaybolup gitti.

Pablo Neruda:”Herkesin Şarkısı”(11 Eylül 1973/Santiago, Şili)

Neruda, hasta yatağında, sanki unuttuğu bir dizeyi hatırlamak ister gibi Salvador Allende’nin ölümünü düşünüyordu. Pasifik okyanusunun köpüklü dalgaları Isla Negra’daki evin kıyısına vururken, 20. Yüzyılın belki bu en önemli şairi, son anlarını yaşadığının bilincindeydi. Oysa dışarıda hala okyanus rüzgarlarına karşı dikilen Isla Negra’nın dev çam ağaçları, toprağa tutunmaya devam ediyordu. Neredeyse kırk yıl önce yine bu evde yazdığı ölümsüz eseri “Herkesin Şarkısı”nda dediği gibi “Bu ağaçlar özgür olanların”dı.

Pablo Neruda, sadece eserleri devrimcilere ilham veren, kıtanın en büyük şairi değildi. Bir yazar, senatör, diplomat, başkan adayı ve Komünist Parti merkez komite üyesiydi. Gerçek adı Ricardo Eliecer’di. 17 yaşından itibaren eserlerine Pablo Neruda imzasını atmaya başlamıştı. Uzun diplomasi kariyerine, 23 yaşında bir Fransızca öğretmeniyken Birmanya’ya konsolos olarak başlamıştı. On yılda Sri Lanka, Java, Singapur, Buenos Aires ve Madrid’te aynı görevi sürdürdü. İspanyol şair Lorca’yla yakın dosttu. Neruda İspanyol iç Savaşında Franco rejiminden iki bin cumhuriyetçiyi kurtararak Şili’ye getirmeyi başarmışdı.

1945’te senatör seçildi. Birkaç yıl sonra Şili’deki rejim, Komünist Parti’yi yasaklayınca hakkında tutuklama emri çıktı. Bir süre ülkesinde saklandıktan sonra 1949 Sonbaharında Arjantin’e sürgüne gitti. Oradan Avrupa ve Doğu Bloğu ülkelerine geçerek dönemin en itibarlı uluslararası örgütlerinden Dünya Barış Konseyi üyesi olarak dünyayı dolaştı. 1950’de “Uyansın Oduncu” adlı şiiri ve barış için çabaları sebebiyle, ünlü ressam Picasso’yla beraber, Varşova’da “Uluslar arası Barış Ödülü”nü aldı. Aynı yıl “Herkesin Şarkısı” sadece Sovyetler Birliği’nde 250 bin baskı yaptı. Eser ABD dahil tüm dünyada yayımlandı.

1952 Ağustosunda hakkındaki arama emri kaldırılan Neruda ülkesine döndü. Sürgün olduğu dönem, Neruda’yı dünyaya armağan etmişti. Artık evrensel bir aydındı. Sayısız uluslararası ödül aldı. Kitapları yalnızca sosyalist ülkelerde değil Avrupa’nın en itibarlı kurumları tarafından onurlandırıldı. 1963’te Nobel Edebiyat Ödülüne aday gösterildiyse de finalde ödül Yunanlı Seferis’te kaldı. Neruda sekiz yıl sonra 1971’de bu ödülü kazandı.

1969’da Şili komünist Partisi’nin Devlet Başkanlığı seçimlerinde aday oldu. Ancak dostu Dr. Salvador Allende’ye destek olmak için adaylıktan çekildi. 21 Ocak 1971’de Meclis tarafından Fransa’ya büyükelçi olarak atandı. 1972’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Neruda’yı UNESCO Konseyi Üyesi seçti.

1973’te prostat kanseri sebebiyle Fransa’daki görevini bırakarak Şili’ye döndü. Ülkesi büyük bir çalkantı içindeydi. ABD destekli sağ, sosyalist Allende yönetimini yıpratmak için her türlü sabotajı yapıyordu. Neruda sağlık sorunlarına rağmen son ve en güçlü antiemperyalist vurgular içeren  eseri olan “Nixon Tiranını Öldürmeye Tahrik ve Şili Devrimi’ne Övgü”yü yazdı.

11 Eylül günü akşama doğru sosyalist Şili yönetimi ABD destekli General Pinochet tarafından yıkıldı. Neruda, Başkan Salvador Allende’nin darbe sırasında hayatını yitirdiğini Isla Negra’da, evindeki hasta yatağında öğrendi. Bir hafta sonra da hayata gözlerini yumdu.

Roque Dalton:”Bendim o zavallı şair” (10 Mayıs 1975/ San Salvador, El Salvador)

Onu öldürenler hiçbir zaman ortaya çıkıp suçlarını itiraf etmediler. Her ne kadar bu tanıklıktan yoksunsak da onun son nefesini verirken gülümsediğinden eminiz. Buna eminiz çünkü bu genç şair-yazarın hayatına dair tanıklık yapan herkes onun “taşlara dahi gülen” bir devrimci olduğunu söylüyor. O, devrimcilerin özellikle hayatın ironisini gören insanlar olması gerektiğini düşünüyordu. Ölümü, katledilişi bile tuhaf biçimde bunu kanıtlıyordu.

Maceracı, toprak sahibi bir “Gringo” tefeciden aldığı borcu ödeyemeyince ayağından vurulur. İşte o Gringo’nun kaldırıldığı hastanede tanıştığı hemşireyle yaşadığı aşktan doğar Roque Dalton. Yasal olarak babasızdır. Fakat bu yoksul ve küçük ülkede iyi bir eğitim alma şansına sahip olur. Yerinde duramayan, çelimsiz bir çocuktur. Lise yıllarında başlar futbol tutkusu. Bir defasında Kosta Rikalı bir futbolcuyla girdiği tartışmada rakip oyuncu tarafından suratına bir tuğla fırlatılır. Zaten büyük olan burnu kırıldığı için olduğundan daha büyük ve biçimsiz görünmeye başlar. Dalton bu durumu bile “Hayır, hayır daima bu kadar çirkin değildim” şiirinde hicveder.

Hukuk eğitimi için Şili’ye gider Dalton. Orada ilk kez komünistleri tanır. Marksizm üzerine okumaya başlar. Frida’nın eşi ünlü komünist ressam Diego Rivera’yla üniversite dergisi için röportaj yapar. Rivera’dan çok etkilenir. 18 yaşındadır. Ülkesine dönerek eğitimine orada devam eder. On dokuzunda evlenir. Peş peşe üç evlat sahibi olur.

21 yaşındayken ülkesinin en önemli edebiyatçıları arasına girer. Orta Amerika Şiir ödülünü alır. 1957’de arkadaşlarıyla beraber Çekoslavakya üzerinden Moskova’ya gider ve Sovyet Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak orada kalır. Orada Nazım Hikmet, Juan Gelman ve Asturias gibi ünlü kalemlerle tanışır.

1959 Küba Devriminin yarattığı rüzgârla El Salvador’da halk hareketi güçlenir. Dalton 1960’da iki kez tutuklanır. İkincisinde hakkında ölüm cezası istenmektedir. Diktatör kısa süre sonra devrilince serbest kalır ama bu defa da cunta kararıyla ülkeden atılır. Meksika tarafından kabul edilen şair burada iki önemli eserini yayınlar. 1962’de Halklar Konferansı’nda El Salvador’u temsilen Küba’ya gider. Havana radyosunda, Yazarlar ve Sanatçılar Birliği’nde çalışır. İki şiir kitabı o yıl yayımlanır ve Casa de Las Americas tarafından en iyi şiir ödülünü alır. Adada olduğu sırada gerçekleşen Domuzlar Körfezi istilasına karşı Küba Milis Güçlerine katılır. Burada askeri eğitim alır. 1964’te ülkesine döner ve tutuklanır. CIA tarafından Küba ajanı olduğu şüphesiyle sorgulanır.

“Bendim o zavallı şair” adlı kitabında bu işkenceli sorguya yer verecektir. El Salvador edebiyatının en temel eserlerinden biri olan bu çalışma bir kolaj-romandır. Ülkelerinin acımasız gerçekliğinin ikilemini yaşayan iki şairin üzerine kurgulanan yapıt alaycı, rahatsız edici, felsefi ikilemler içerir. Bazı bölümlerinin anlaşılması zorsa da eserin ortaya koyduğu problem nettir: Vatan için iyi bir şeyler yapmak ya da fildişi kulede oturup beklemek. “Ya devrimci davaya katılmak ya da kendini sisteme satmak”tır aydının önündeki seçenek.

Roque Dalton, 1965’te, iki yıl kadar, Çekoslavakya’daki dünya Komünist Partileri yayın organının redaksiyon kurulu üyesi olarak bulunur. 1968’de yeniden Küba’ya döner ve Küba televizyonu için senaryolar, dergiler için makaleler yazar. Burada “Lenin için kızıl bir kitap” adlı eserini yayımlar. 1973’te Salvador Allende’nin davetlisi olarak sosyalist Şili’yi ziyaret eder. Birkaç ay sonra Allende’nin ölümüne tanıklık eder. Küba üzerinden gizli bir kimlikle ülkesine döner ve silahlı mücadeleye katılır.

Roque Dalton, Komünist Parti’nin bürokratik, devrimi kendi dışındaki gelişmelere bağlayan politikasızlığından bıktığı için bu yolu seçmiştir . Ancak benzer bir yapı burada farklı biçimde ortaya çıkmıştır. Açtığı tartışmalar şiddetlenip, grubun üst yönetimini tehdit eder hale gelince, birden onun Komünist Partili bir “revizyonist” olduğu hatırlanır ve infaz edilir.

Roque Dalton, El Salvador edebiyatının olağanüstü yetenekli kalemi, soluksuz devrimci şair, eserleri kadar ironik biçimde, 39 yaşında hayata gözlerini yumar. Ormanda bir kulübeye terk edilen cesedi vahşi hayvanlar tarafından yok edilir. Onun ölüm emrini veren kişi de bir süre sonra örgütün paralarını alıp kaçar.

1990’larda iç savaşın bitişiyle Roque Dalton’un adı üniversitelere, kütüphanelere, kültür merkezlerine verildi. 1997 ve 2003’te El Salvador meclisi tarafından alınan kararla ülkenin erdemli şairi ve evladı ilan edildi.

Rodolfo Walsh:”Bir yazardan Askeri Cuntaya Açık mektup” (24 Mart 1977/ Buenos Aires, Arjantin)

Walsh son eseri olan “cuntaya mektup”u, Tigre deltasında gizlendiği evde tamamladı. Tarih tam olarak darbenin yıldönümüne denk gelmişti. Kızının katledilişinin de üzerinden altı ay geçmişti. Kızı Vicki,  cuntaya karşı direnişin yer altı basın teşkilatındaydı. Walsh, bir yer altı haber ajansı olan ANCLA’yı kurmuştu. Ajans cuntaya karşı yalnızca basılı değil radyo ve tv yayını  yapacak kadar gelişkin araçlara sahipti. Fakat cunta bir yıl içinde on binden fazla direnişçiyi yok edecek kadar acımasızdı. En yakın yoldaşı, şair ve Buenos Aires Üniversitesi Felsefe Fakültesi Direktörü Paco Urondo da öldürülenler arasındaydı. Walsh sonuçta bir aydının tek silahı olan kalemini eline almış ve tarihsel eleştirisini yapmıştı.

Rodolfo Walsh İrlanda kökenli, koyu Katolik bir aileden geliyordu. Bir din okulunda eğitim almış ve gazeteciliği meslek olarak seçmişti. Görünür olandan çok görünmeyene ilgi duyardı. 1956’da bir gün bir barda satranç oynarken kulağına bazı söylentiler gelmişti. Dönemin yarı asker yönetimi tarafından işlenen bir katliamın yaşayan bir tanığından bahsediliyordu. Polis bir grup işçiyi kent çöplüğünde kurşuna dizmiş fakat içlerinden biri şans eseri ölmemişti. Uzun araştırmalar sonucu katliamın bu tek tanığını bulup olayı “Katliam Operasyonu” adıyla yayımlamıştı. Bu onun ilk önemli gazetecilik başarısıydı. Sonra bir avukatın gizli servis tarafından öldürüldüğünü açığa çıkaran “Satanovsky Olayı”nı yazdı. Sendikacı Rosendo Garcia’nın öldürülmesinden merkez sendikası CGT başkanının sorumlu olduğunu kanıtlayan kitabı “Rosendo’yu kim Öldürdü”yü yayımladı. Yapıtları arasına beş öykü kitabı, iki tiyatro eseri ve iki de antoloji sığdırdı. Küba Devrimi sonrası ilk devrimci basın ajansı Prensa Latina’nın kurucuları arasına girdi. Kriptolojiye meraklıydı. Küba istihbaratına “Domuzlar Körfezi” istilasını haber veren O’ydu. Bir Protestan rahip kılığında Guatemala’ya gidip istilacıların karargahına kadar giren de.

Zaferi göremeyeceğini biliyordu. Yine de yurt dışına gitmeyi reddetti. Kaybettiği yoldaşları ve kızından ayrılmak istemiyordu. 24 Mart 1977 günü postaneden tüm gazetelere “cuntaya açık mektup”u gönderdi. Elbette ki hiçbir yerde onu yayımlamadılar. Zaten o da çalışmanın sonunu şu cümleyle bağlamıştı: “sözlerimin duyulacağını umut etmemekle beraber, ciddi biçimde peşime düşüleceğinden eminim. Her şeye rağmen, uzun süre önce, zor zamanların tanığı olacağıma dair verdiğim söze sadık kalıyorum”.

Cuntaya bağlı güçler aynı gece Walsh’ın Tigre’deki evini buldu. Evde buldukları Walsh’ın yayımlanmamış tüm eserlerini imha ettiler. 25 Mart öğleden sonra üç sularında Rodolfo Walsh’ı Buenos Aires’in merkezinde sıkıştırdılar. Silahıyla direnen Walsh ağır yaralı ele geçirildi ve cesedi kaybedildi.

Mario Benedetti:”Diz Çökme!” (17 Mayıs 2009/Montevideo, Uruguay)

“Diz çökme! henüz zamanın varken/yeniden başlamaya ve yetişmeye/gölgelerini kabul etmek, korkularını gömmek/fazlalıklarından kurtulup, yeniden uçmaya/Diz çökme! hayat böyledir/yolculuğa devam etmek, rüyaların peşinden gitmek/ zamanın kilidini çözmek/süpürmek artanları ve açmaktır gökyüzünü…/Diz çökme! durma lütfen/soğuk yaksa, korku ısırsa, güneş saklansa ve rüzgar sussa bile/ henüz ruhunda ateş, rüyalarında hayat varken” diye yazdı defterine. Mario Benedetti nasıl gördüyse hayatı, öyle resmetti şiirinde.

Onun için hayat dört yaşından beri “böyleydi”. Montevideo gibi küçük bir kentte yirmi iki kez taşındıklarını unutmadı. On üç yaşında çalışmaya başladı: tamirci çırağı, kasiyer ve nihayetinde stenograf oldu. Belki de bu son mesleği sayesinde hayatı sadeleştirmeyi öğrendi.

Evlendiği zaman üç işte çalışıyordu. Bir yudum su içerken bile yazma fırsatını kaçırmadı. Siyasal mücadeleyi ise bir yurttaşlık görevi olarak gördü. Yine de siyasal mücadeleyi aşka benzetiyordu. “Aşk yoksa” diyordu “yazmak zordur, mücadele gibi”.

Birçok Latin Amerikalı yazar gibi Küba Devrimi onu da etkilemişti. 1967’de Havana’ya gitti. Edebiyat merkezi Casa de las Americas’da çalıştı. Kalan zamanlarında devlete ait tarlalarda tarım işçiliği yaptı. Devrimin zorluk ve zorunluluklarını orada öğrendi. 1971’de Avrupa merkezli aydınlar Fidel karşıtı bildiri yayınladığında Benedetti devrimi savundu. Uruguay Ulusal Kurtuluş Hareketi (MLN), kısa adıyla, Tupamaros’lara katıldı. Yıllar sonra devlet başkanı olacak Jose Mujica’nın yoldaşıydı ömrünün sonuna kadar. “Militanlıktan pişman olmadım asla ama yöneticilik bir entelektüel için çok zor” demişti bir defasında. O dönemde yazdığı “Juan Angel’in doğum günü” adlı romanı yalnızca Tupamaro’nun propaganda kitabı değil, Latin Amerika’daki tüm isyancı hareketlerin esin kaynağı oldu. EZLN lideri bile bu kitaptan esinlenerek “Marcos” adını aldığını açıkladı.

1973 darbesiyle önce Arjantin sonra da Peru’ya sürgün gitmek zorunda kaldı. Peş peşe tüm kıtada gerçekleşen darbeler sebebiyle Küba’ya gitti. On yıllık sürgünlükten sonra yeniden ülkesi Uruguay’a döndü. Siyasal mücadeleye devam etti. Sayısız uluslararası ödül aldı ama bu onu anti emperyalizmden vazgeçirmedi. 2009’da ölümünden önce verdiği röportajda şöyle diyordu: “Umudum var çünkü ABD, her ne kadar yenilmez görünse de, yıkılacaktır. Görüyorum ki Kuzey Amerikalılar kötü zamanlar yaşıyorlar ve sevinçliyim. Ne kadar kötü olurlarsa o kadar çok sevineceğim”.

Videolar





Haberler

İğrenç bir komplo!
Adamın partisine el koydukları yetmemiş gibi şimdi de fuhuşla suçlayıp itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.
Venezuela’da parlamentodan sonra partiler rejimi de sona eriyor
Venezuela’da iki sosyalist partiye kayyım atandı
Nobel’in ardındaki “Zürafa” öldü
Mercedes Barcha Pardo, cumartesi sabahı Meksika başkenti Meksiko’da, 87 yaşında hayata gözlerini yumdu. Külleri eşinin yanına Cartagena Kolombiya’daki mezarına taşındı.
Bolivya'da darbe bitmiyor
Bolivya, Evo Morales’in darbe ile ülkeyi terk etmek zorunda kalışının üzerinden henüz bir yıl geçmeden yeni bir darbeyle karşı karşıya. Daha önce 2 Mayıs olarak belirlenen ve sonra 6 Eylüle alınan seçimler Yüksek Seçim Mahkemesi (TSE) kararıyla üçüncü kez belirsiz bir tarihe ertelendi. Güvenlik güçleri kararı protesto eden halka karşı ateşli silahlar kullanıyor. Son on günde en az yüz kişinin ordu ve paramiliter güçlerin saldırılarında öldüğü tahmin ediliyor.
Ve sonunda Bolsonaro da maskeyi taktı (Kısa bir süreliğine de olsa)
Pandemiye karşı önlem almamakla ünlü Brezilya devlet başkanı Jair Messias Bolsonaro'da Kovid pozitif çıktı.
“Sıfır Numaralı” Komutan’a Veda
Tarihin nasıl ilerleyeceği meçhuldür ama eğer ilerleyecekse bu sıra dışı kişilerin “zoruyla” olacaktır. Althusser’in dediği gibi “Gelecek Uzun Sürer”, tarih yavaş ilerler, toplumlar zamanla evrilir ve devrimlerle dönüşürler. Verilen mücadelelerin şiiri gelecek kuşaklara miras kalır. İyiler ve kötüler, ta ki kurnazlar ortaya çıkana dek, alışkanlık gibi savaşı sürdürürler. Çünkü tarihin akışını değiştirmek için savaşmak yetmez. Onu farklı biçimde yorumlamak da gerekir.
Maduro’yu Kızıl Bereli Burjuvalar mı devirecek?
Venezuela başkenti Karakas’tan kalkan T7-JIS kuyruk numaralı bir jet Cuma gece yarısına doğru Senegal kıyılarının karşısında bulunan Cabo Verde uluslararası havaalanına indi. Uçağın içinde Amerikan güvenlik birimlerinin beklediği önemli bir misafir vardı: Alex Nain Saab Morán adındaki Kolombiya kökenli bu iş insanı ABD’nin Maduro yönetimine yönelik açtığı ve ucu Türkiye’ye kadar uzanacak davaların kilit bir ismiydi.

Latinamerikainfo | Copyright 2014 | Sitemizde Kullanılan Tüm Yazı ve İçerikler Özgür UYANIK'a aittir. İzinsiz ve İsim Belirtmeden Kullanılamaz. Tüm Hakları Saklıdır.