01 Aralık, 2018 Yazılar
Latin Amerika’da “corrupción” yani yolsuzluk kelimesi devlet idaresi altındaki her türlü fitneliği açıklamak için kullanılır. Bu Latin Amerika tipi yolsuzluğun sadece hırsızlık olmadığını her şeyle ama akla gelebilecek her şeyle ilişkili olduğunu anlatır. Elbette ki Corrupción hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk, kamuya ve şahıslara ait paraya ve güce dönüşebilecek her şeyin iç edilmesidir. Fakat aynı zamanda oyunun kuralıdır. Uyuşturucu kartelleriyle ve Evangelist tarikatlarla ya da Katolik kilisesiyle siyasetin kurduğu ilişkiyi de aynı kelime açıklar. Futboldan medyaya, sağlıktan güvenliğe hatta üniversitelere kadar her kurum yolsuzluğun bir parçasıdır. Latin Amerika’da yolsuzluk asla sadece para için yapılmaz ve orada durmaz. İktidar olmanın ve yönetmenin gereği haline gelmiştir. Öyle ki kimse bundan kendini kurtaramaz. Yolsuzluk olmadan en küçük bir taşı bile yerinden oynatmak mümkün değildir. Bunun en özgün örneği gecekondu mahallelerindeki oy avcılarıdır. Arjantin’de “puntero” denilen şeflerin tarihsel geçmişi sömürge öncesine dayanır. Bunlar yüzlerce yıldır egemenlerin hesabına halkı manipüle ederler. Geçmişte savaş için adam toplayan “puntero”lar olmaksızın bugün Latin Amerika’da seçim kazanmak bile mümkün değildir. Seçim yolsuzluğu oyların çalınmasına gerek kalmadan satın alınmasıyla başlamaktadır. Bu hikayede “rüşvet” önemsiz bir ayrıntıya dönüşmüştür. Rüşvet sonuçta bir iş, bir hizmet karşılığı gerçekleşir. Oysa buna karşın uyuşturucu parasının girmediği hiçbir delik kalmamıştır. ABD’den gelen uyuşturucu parasıyla sistem ayakta durmaktadır. Uyuşturucu yalnızca para kaynağı olarak değil sosyal tamamlayıcı bir role de sahiptir. En yoksul halk uyuşturucu trafiği içinde toplumsal bağlarını kurar hale gelir. Bu sırada %1’den fazla vergi ödemeyen en büyük beş yüz şirketten kimse bahsetmez. Dünya hammaddesinin üçte ikisinin elde edildiği bu zengin toprakları yağmalayan ve zehirleyen batılı maden şirketleri yolsuzluk rejimin en önemli parçasıdır
Bu topraklarda yolsuzluk “iyiler”in bile içinde olmasını gerektiren bir kaideye dönüşmüş gibidir. Bunun en ahlaksız biçimini Brezilya’daki parlamenter sistemin işleyişinde tanık olduk. İşçi Partisi halka yönelik destekleme programları için yasa çıkarmak istediğinde sağcı milletvekillerine rüşvet vermek zorunda kalmıştı. Sonra da bu rüşvetler yüzünden hükümet üyeleri hakkında davalar açıldı.
Bu yazıda Latin Amerika tipi yolsuzluk rejimine iki “video skandalı” örneğini vereceğiz. Bu skandallardan ilki Meksika’da ikincisi Peru’da geçiyor. İlkinin aktörleri tartışmasız sol bir yönetimin ikincisi ise sağ bir hükümetin yöneticileridir.
Meksika’da gerçek mi kurgu yoksa kurgu mu gerçek?
Bazı olayları anlamak için bir yerinden temas etmeniz gerekir. Derler ki; kurgu ile gerçek arasındaki fark gerçek bir kurguya dönüşmeden önce ondan kimsenin haberdar olmamasıdır. Dolayısıyla sade yurttaş kendi dünyasını kuşatan gerçekliği hep kurgu gibi algılar. Bu algı insanın kendi gerçekliğini değiştirme iradesini gösterene kadar değişmez. Yolsuzluk gibi hayatın her alanında gerçekleşen olaylar da bir yerinden temas edilmedikçe kurgudan ibarettir.
Herhalde “corrupción” kelimesinin anlamını en iyi biçimde veren film Luis Estrada’nın “Mükemmel Diktatörlük”üdür. Film Meksika’nın yakın tarihinde gerçekleşmiş birbirinden farklı politik skandalları tek bir kurgu içinde toplamayı başarmış. Bir dizi komploya yol açacak olaylar, Meksika Devlet Başkanının ABD’li bir bakana yaranmak için halkını aşağılayan bir sözü ağzından kaçırmasıyla başlıyor. Devlet Başkanı, doğan tepkilere karşı dikkatleri başka yöne çekmek için bir haber kanalını görevlendiriyor. Onlar da bir eyalet başkanının bir uyuşturucu baronundan para alırken çekilmiş videosunu yayınlıyorlar. Fakat eyalet başkanı görevi bırakmak yerine, imajını düzeltmek için aynı televizyon kanalıyla milyonlarca dolarlık kampanya paketi için anlaşır. Kanal, eyalet bütçesine bile hacizle sonuçlanacak bu kampanyadan aldığı para karşılığında, başkanı kahramanlaştırmak için iki kız çocuğunu düzmece bir kaçırılma olayına alet eder. Bununla da yetinmez muhalif parti yöneticilerine karşı komplolar düzenler. Bu hamleler, filmin başında insan içine çıkacak yüzü olmayan, boğazına kadar yolsuzluk ve uyuşturucu parasına batmış bir yöneticiyi Devlet Başkanlığına kadar taşır.
“Mükemmel Diktatörlük”ü izlediğimde filme esin kaynağı olan olaylardan birinin gerçek kahramanını tanıdığımı fark ettim. Birkaç yıl önce Meksika başkentinde davet edildiğim bazı toplantıları hatırladım. Bu toplantılara Demokratik Devrim Partisi (PRD) içinde bir siyasal harekete önderlik eden René Bejarano başkanlık ediyordu. René Bejarano herkesin saygı duyduğu, uzun bir siyasi geçmişi olan bir akademisyendi. Kendisine “öğretmen” anlamında “el profe” deniyordu. Bir zamanlar Andres Lopez Obrador’un sağ koluydu. Hatta Obrador’u bugünkü zirveye(yani devlet başkanlığına) taşıyan basamakları René Bejarano’nun inşa ettiği söyleniyordu. İşte bu Bejarano filme esin kaynağı olan video skandalının baş aktörüydü. Benim için kurgunun gerçeğe dönüştüğü an onu tanıdığım değil bunu fark ettiğim andı.
Palyaçolar için ahlak dersleri
3 Mart 2004 sabah saat 7:19’da, Televisa kanalında “El Mañanero”nun konuğu neoliberal sağ PAN milletvekili Federico Doring’ti. Ülkedeki hemen her şeyi satmış bir iktidarın bu yüzsüz milletvekili yanında bir gizli çekim kaydı getirmişti. Programın Bruzo isimli palyaço kılığında bir sunucusu vardı. Palyaçonun hamasi nutukları arasında video gösterildi. Kayıtta milletvekili -ve Meksika başkentinin başkanı Andres Manuel Lopez’in politik koordinatörü- René Bejarano bir çanta dolusu para alırken görünüyordu.
Tam bu sırada René Bejarano aynı televizyon kanalının bir başka stüdyosuna röportaj bahanesiyle çağrılmıştı. Fakat stüdyoya girerken kendisine telefonunu kapatması istenmişti. Bu nedenle dışarıdan haber alamıyordu. Palyaço Bruzo canlı yayında “Bejarano’yu buraya getirsinler” buyurdu. Her şeyden habersiz politikacı bulunduğu stüdyodan çıkarılıp programa alındı. Bejarano kaydı yalanlamadı ve parayı veren kişinin Arjantinli(aynı zamanda Estudiantes Futbol Kulübü başkanı) işadamı Carlos Ahumada olduğunu söyledi. Yargıça dönüşmüş bir palyaçonun çığlıkları arasında Bejarano’nun tüm politik kariyeri alt üst oldu.
Komplo Küba’da çözüldü
Birkaç gün sonra Bejarano tüm görevlerinden istifa etti. Video kaydının montajlandığı ve üzerine konuşmalar eklendiği kanıtlandı. Fakat daha da önemlisi Bejarano’ya para veren işadamının kaset yayınlanmadan bir hafta önce özel uçağıyla Küba’ya gittiği tespit edildi. Bu noktadan sonrasını Fidel Castro bir makalesinde açığa kavuşturdu(http://www.cubadebate.cu/reflexiones-fidel/2010/08/13/el-gigantede-las-siete-leguas-parte-2/).
Fidel’in makalesinden öğrendiğimize göre Arjantinli işadamı Caros Ahumada Küba istihbaratına önemli itiraflarda bulunmuş. Ahumada, gelecek başkanlık seçimlerinin favori adayı olan Andres Manuel Lopez Obrador hakkında bir dizi yolsuzluk davası açılarak, onun yasaklı hale getirilmesi amacıyla iktidar partileriyle anlaşmaya vardığını söylemişti. Buna göre Andres Manuel’in yakın bir yöneticisine para verirken gizli çekim yapılacaktır. Kayıt yapıldıktan sonra kasetler eski devlet başkanı Carlos Salinas’a ve etkili bir senatör olan Fernandez de Cevallos’a ulaştırılmıştı. Ahumado, videoyu analiz etmek için Devlet Başkanı ve dünyanın en zenginlerinden biri olan Vincente Fox’un yardımcılarıyla buluşmuştu. İşin içinde genel savcılık, devlet başkanının sekreterliği ve iktidar partileri yöneticileri vardı. Bu kanıtlar söz konusu kişilerin banka hesaplarına yapılan para transferleriyle de kanıtlanıyordu. Buna karşılık René Bejarano’nun mal varlıklarında ya da banka hesaplarında bir artış gözlenmemişti. Oysa aynı günlerde iktidar yanlısı televizyon kanallarında Bejarano ile ilgili görüntüler reklamlardan paradilere kadar yaygın biçimde gösterilmeye devam ediyordu.
“Meksika için tehdit”: Andres Manuel Lopez Obrador(AMLO)
Fidel Castro aynı makalede Arjantinli işadamının başka konularda da önemli bilgiler verdiği fakat bunları kamuoyuyla paylaşamayacaklarını yazdı. Küba, Carlos Ahumado’yu bir ay sonra Meksika’ya iade etti. René Bejarano hakkında dava açılmazken Ahumado bir süre yargılandıktan sonra beraat etti.
Andres Manuel’e yönelik komplo başarıya ulaşamadı ama Devlet Başkanına bağlı başsavcılık tarafından başka bahanelerle soruşturma sürdürüldü. Onu seçim dışı bırakamadılar. Çünkü başkente gelmiş en başarılı yöneticiydi. Uygulamaya koyduğu sosyal programlar onu bir efsaneye dönüştürmüştü. 70 yaşında olan herkese emeklilik maaşı bağladı. Kadınlar, engelliler, tarım işçileri, küçük işletmeler, öğrenciler devlet desteği almaya başladı. 165 bin konut halka dağıtıldı. Sosyal güvenceden yoksun ailelere sağlık hizmeti sağladı. Okullar, hastaneler yaptırdı. Bu yüzden ABD’ci sağ tarafından “Meksika için tehdit” ilan edildi.
2005 Aralık’ında gerçekleşen başkanlık seçimlerinde AMLO’nun kazandığını ilan etmemek için sonuçların açıklanması bir hafta ertelendi. Sonra da birkaç bin oy farkla ABD’ci Felipe Calderon’u galip ilan ettiler. O tarihten sonra Meksika ekonomik ve sosyal açıdan bir kaosa sürüklendi. Sağcı yönetim altında uyuşturucu terörü yayıldı. Meksika’nın adı toplu katliamlar, politikacı ve gazeteci cinayetleriyle anılmaya başlandı. Öyle ki bir uyuşturucu sevkiyatına tanık olan 43 öğretmen okulu öğrencisi yerel güvenlik güçlerince öldürülerek cesetleri ordu yakımhanesinde imha edildi.
Önceki başkan Vincente Fox’un seçim kampanyasında yabancı şirketlerden milyonlarca dolar aldığı ödeme belgeleriyle kanıtlandı. Sayısız sağ milletvekiline ilişkin rüşvet belgeleri ortaya döküldü. Polis tarafından kurşuna dizilerek katledilen 15 köylüye ait video kaydı bile önemsenmedi.
René Bejarano parayı bir başka milletvekilinin seçim kampanyası için aldığını söyledi. Bu zaten herkesin malumu olan bir şeydi. Çünkü Bejarano Meksika politikasının belki de en temiz yüzlerinden biriydi. Fakat diğer partiler o kadar kara para desteğine sahiptiler ki Bejarano gibileri bile politik rekabet için benzer arayışlardan sakınamıyordu. “Diktatörlüğün mükemmelliği” de buradan geliyordu.
Her şeye rağmen sonunda Andres Lopez bu yıl gerçekleşen Devlet Başkanlığı seçimlerini ezici farkla kazandı. Fakat belki de bu zafere müsaade eden şey Trump’un inşa ettiği duvar ve kaldırıp bir kenara attığı serbest ticaret anlaşmasıydı.
Japon lokantasında samurayla karşılaşamazsın
2010 yılı başlarıydı. Peru başkenti Lima’da bulunuyordum. Arjantinli gazeteci bir arkadaşım beni kentin iyi lokantalarından birine davet etmişti. “Costanero 700” isimli bu lokanta ülkedeki “Perulu Japon” kültürünün önemli bir temsilcisiydi. Sayısı iki yüz bini geçmemesine rağmen Japon kökenliler Peru’nun en zengin ve güçlü elitlerine sahiptir. Zengin Peru mutfağındaki Japon etkisi ekonomide ve siyasette de kendini gösterir.
Arjantinlilerin pek yemek kültürü yoktur ama konuşmayı severler. Arkadaşım yemek sırasında ilerdeki masalardan birini işaret ederek “şu adamı tanıyor musun?” dedi. Baktım, yetmiş yaşlarında tıknaz bir adamdı. Çıkaramamıştım. “Hani bir defasında Palermo’daki (Buenos Aires) Amerika TV’de program yapımcısı Kübalı bir kadını göstermiştim sana”… Hatırladıkça, istemsiz olarak kafamı sallamaya başlamıştım. “İşte o kadının kocası”.
Bahsettiğimiz adam José Enrique Crousillat’ı. Peru’nun en önemli program yapımcısı ve televizyoncusuydu. Fakat asıl ünü hapisteki devrik diktatör Alberto Fujimori rejimine verdiği destekten geliyordu. Fujimori rejimini yıkan olayların nedeni de aynı adamdı. Rejimin istihbarat şefi Vladimiro Montesinos’tan milyonlarca dolar alırken çekilmiş kasetleri yayınlanmıştı. Önce Montesinos kaçtı sonra da Crousillat; en sonunda da Fujimori. Eski istihbarat şefi kısa sürede yakalandı ama Fujimori önce Japonya’da sonra Şili’den iade edilene kadar altı yıl geçti. Crousillat ise o tarihe kadar Arjantin’de saklandıktan sonra Peru’ya teslim edildi. Benim bilmediğim Crousillat’ın on ay kadar önce sağlık sebebiyle tahliye edildiğiydi.
Şaşkınlığımı gören Arjantinli gülerek şöyle dedi: “japon lokantasına geldik diye samurayla mı karşılaşacağını sanıyordun!”
Neoliberal, popülist Fujimori-Montesinos rejimi
Alberto Fujimori 1930'larda Peru'ya göç eden bir Japon ailenin üyesi olarak Lima'da doğdu. Fransa'da fizik eğitimi aldı, ABD'de matematik mastırı yaptı. 1987'de Peru Rektörler Kurulu Başkanı oldu. Yaptığı bir TV programı sayesinde tanındı. "Yarı devletçi" Alan Garcia Hükümeti'nin başarısızlığı üzerine, neoliberal dalgayı arkasına alarak, bürokrat ve iş çevrelerinin desteğiyle 1990 seçimlerine favori aday olarak girdi.
Fujimori'yi iktidara taşıyan –ve sonrasında bu iktidarın sürmesinde etken olan– isimlerden en önemlisi Viladimiro Montesinos'tu. Montesinos'u gölge iktidar olarak adlandırmak yerinde olacaktır. Bürokrasi, ordunun bir kısmı ve en önemlisi istihbaratı Fujimori iktidarına hazırlayan yine O olmuştu.
Montesinos ordu istihbaratından geliyordu ve ABD’ye devlet sırlarını ifşa ettiği için “vatana ihanet”ten yargılanmıştı. Montesinos'un CIA'da Robert Hawkins, NSA'da David Lazar ve Pentagon'da Or. Gen. Richart Cavazos'la yaptığı görüşmelerin konusunun Sovyetler'den alınan silah envanteri olduğu ortaya çıktı. Üstelik Peru'daki ABD Büyükelçisi Robert W. Dean askeri yönetime yazdığı bir mektupla Montesinos'la 1974'ten beri ilişkide olduklarını itiraf etti. Fakat ABD ile ilişkili başka generallerin ortaya çıkması sebebiyle dava kapatıldı.
Fujimori iktidara gelince Montesinos da Peru İstihbarat Teşkilatı SIN'in başına geçti. Rejim iki ayak üzerine kuruluydu: Fujimori’nin neoliberal ekonomi politikaları ve Montesinos’un komploculuğu. Montesinos ilk başarısını CIA ile iyi ilişkilerini kullanarak Aydınlık Yol’un liderini ele geçirerek gösterdi. Fakat bununla kalmadı: gücünü pekiştirmek için ülkenin her yerinde terör uyguladı. Onun döneminde yaklaşık yetmiş bin kişi öldürüldü.
Fujimori iktidara geldikten iki sene sonra meclis ve senatoyu kapatarak tarihe iktidardayken darbe yapan başkan olarak geçti. Fujimori’nin bu “oto-darbesi” enflasyonun %7000’lere yükseldiği koşullarda bürokrasi ve ordunun desteğiyle gerçekleşti.
Fujimori-Montesinos diktatörlüğü zamanla ülkedeki ekonomik odaklarla çatışmaya başlamıştı. Gazeteler Fujimori taraftarlarının eline geçiyor, TV'ler satın alınıyordu. Tüm yargı, sivil-asker bürokrasi rüşvete bağlanmıştı. Hatta bu çark içinde medyaya bulaşan şarkıcılar, futbolcular, sinemacılar bile vardı. Kabul etmeyenler ise tehditle sindiriliyordu.
Fujimori-Montesinos ikilisi iktidarda kalmak için her türlü aracı kullanıyordu. Klientalizm, popülizm, terör, yolsuzluk, rüşvet, yağma, başka ülkelere saldırma, uyuşturucu-silah trafiği ve akla gelebilecek her şey iktidar aracıydı. Ancak üçüncü kez üst üste "seçim kazanarak" yönetime gelmesine rağmen tek bir video onun için sonun başlangıcı oldu. 14 Eylül 2000 günü Montesinos'un, Fujimori'ye muhalif CCN kanalını nasıl satın aldığını gösteren bir kaset yayımlandı. Videoda SIN'in şefi kanalın alınmasına aracılık eden General Delgado Arenas'la bir çanta parayı sayarken görülmekteydi. 6 Ekim 1999'da kaydedilen bu görüntülere göre CCN kanalı 2 milyon dolara Fujimori'nin eline geçiyordu. Ayrıca Montesinos, General Arenas'a Askeri Yüksek Mahkeme'nin başına getirileceği sözünü veriyordu ki kaset ortaya çıktığı sırada bu çoktan gerçekleşmişti.
Montesinos'un eski karısı Trinidad Becerra'nın evine yapılan baskında Montesinos'a ait iki binden fazla video kaydı ortaya çıktı. Anlaşıldı ki Montesinos, bürokrasi ve iş çevrelerini yönetebilmek için tüm yolsuzlukları kayda almıştı.
Sonuçta Montesinos ve Fujimori ömür boyu onları içeride tutmaya yetecek hapis cezaları aldılar. Geri kalanların ancak çok önemli olanları yargı konusu oldu. Montesinos ilk cezasını aldığında bayılarak aslında ne kadar hassas bir olduğunu gösterdi. Fujimori ise cezasının önemli bir kısmını hastanelerde geçirdi. Bu yıl mecliste çoğunluğu ele geçiren partisi sayesinde hapisten çıkmayı başardıysa da yeniden tutuklandı.
Lokantadaki adama gelince, bahsettiğim karşılaşmadan birkaç ay sonra sağlıklı olduğu anlaşılarak tutuklanmasına karar verildi. Bir süre kaçtıktan sonra yakalandı. Şu anda oğluyla beraber tutuklu bulunuyor.
0 YORUM