Son kırk yılda olağanüstü bir hız ve istikrarla büyüyerek küresel güçler arasına giren Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) devrimin 70.yaşını kutluyor. Bu kısa süre içinde batının iki asırlık üretim üstünlüğünü elinden alan ÇHC’nin gelişimi birçok ülkeye ilham ve cesaret veriyor. Asya’ya kayan güç ve enerjiden Latin Amerika ve Karayip (LAK) ülkeleri de faydalanmak istiyor.
Her ne kadar Çin, Pasifik kıyısında komşuları ve Avrupalılardan çok daha önce buraya varmış olsa da Latin Amerika ilişkileri son 20 yılda gelişti. Şu anda hemen her LAK ülkesiyle karşılıklı ticari ilişkileri var. Politik ilişkileri ise kuşkusuz ABD ile sorunlu ülkelerle daha yakın. Ancak bunun ideolojik bir tavır olduğunu söyleyemeyiz. Zira ÇHC her ülkeyle aynı ilkelere dayalı yakınlık kuruyor. İktidarda kim olduğuyla fazla ilgilenmiyor. Örneğin, Lula döneminde ya da Bolsonaro iktidarında Brezilya ile siyasi ilişkilerinde ve yatırımlarında bir değişiklik olmadı.
Asya devinin dış politika anlayışında ideolojik taraf olmak yok. Fakat ilkeleri var: Bunların başında dış müdahaleye karşı olmak geliyor. Dolayısıyla bölgede ABD’nin müdahalelerine karşı direnen hükümetlerle bu ilke üzerinden birlik geliştirmeye açık. Ancak ABD’nin her türden saldırısına rağmen ÇHC bu ülkeler üzerinden bir “Soğuk Savaş”a girmiyor.
Yani pax-americana’ya karşı öteki alternatife fırsat tanıyor ama bu aynı mevziye girmek biçiminde de gerçekleşmiyor. Örneğin ABD’nin Venezuela’ya yönelik yaptırımlarına karşı Rusya ve Putin’in yaptığı gibi açıktan bir destek vermiyor. Ayrıca Bolivarcı yönetimle ABD destekli muhalefet arasında her iki kesime eşit mesafede durma görüntüsü sergiliyor. ÇHC yönetiminin net olarak karşı çıktığı şey ise doğrudan bir dış müdahale.
ÇHC küresel ölçekte olduğu gibi LAK bölgesiyle de diplomatik, ticari ve güvenlik ilişkileri derinleştiriyor. AB ya da diğer potansiyel güçlerin ÇHC ile ilişki geliştirmesi sorgulanmıyor ama LAK gibi Atlantik İttifakının egemenlik alanındaki ülkeler bunu yaptığında sorun addediliyor. Çünkü LAK ülkeleriyle ÇHC arasındaki ilişkinin ABD karşıtı bir temele dayandığı, ABD’ye meydan okuduğu ve onu bu yarı küreden atmayı hedeflediği varsayılıyor. Bu durumun LAK bölgesinde istikrarsızlığa yol açacağı kaygıları bilinçli olarak yayılıyor.
ÇHC politikası ve ekonomisi gerçekten de ABD’nin bölgedeki etkinliğini zayıflatan sonuçlara yol açıyor. Bunun ilk etkisi ABD ekonomisi üzerinde görülebiliyor. ÇHC, LAK pazarında ABD’nin rakibi durumunda. Yine zengin hammadde rezervlerinin de en büyük alıcısı ÇHC. ABD-LAK ikili ticareti 2000 yılından bu yana %40 azalmış durumda. Bugün LAK dış ticaretinin %33’den daha azı ABD ile gerçekleşiyor. ÇHC, 2013 yılında, Brezilya, Arjantin, Şili ve Peru’nun bir numaralı ticari ortağı durumuna geldi. Şili ve Peru “Pasifik ittifakı” olarak adlandırılan ABD ile serbest ticaret anlaşmasına sahip ülkeler olmasına rağmen ABD ÇHC’yi geriletemiyor. Kolombiya gibi ABD’nin doğrudan kontrolü altındaki bir ülkede bile ÇHC ikinci ticari ortak durumda. Diğer yandan farklı siyasi eğilimlere sahip tüm bu yönetimler ÇHC ile elde edilen imkanları ABD’den bağımsız hareket etmek için kullanıyorlar.
ÇHC, LAK bölgesiyle ilişkileri çok yönlü olarak geliştirme çabası içinde. Bolivarcı İttifak ülkeleri ile doğrudan bağımsız dış politikalarına destek verirken Brezilya gibi bölgenin Meksika’dan sonraki en büyük ekonomisini BRICS ortaklığına dahil ediyor. Böylece kıtaları birbirine bağlayan kuşak ekonomik birlikleri kuruyor.
Ekonomi ve diplomaside bölge ülkelerinin hassasiyetlerine önem veriyor. Örneğin İngiltere işgali altındaki Malvinas (Falkland) adalarının üzerinde Arjantin egemenliğini tanıyor. Küba ve Venezuela’ya yönelik ambargoya karşı çıkıyor.
ÇHC bölgede askeri bir yarışa ise yanaşmıyor. Bunun yerine dengeleme gücü politikası uyguluyor. Bu politika daha geniş uluslararası politika çerçevesinde ABD hegemonyasına meydan okuyor. Bunun için ticaret üzerinden bir tür siyasi etkinlik kuruyor. Aslında ÇHC dünyanın bu bölgesinde zorlayıcı güç değil. Bir hakimiyet mücadelesi vermiyor. Karmaşık olmayan alanlarda varlığını sürdürüyor. LAK bölgesinde hammaddelere erişim, kendi gıda güvenliğini ve pazarın korunmasını garanti almak istiyor.
ÇHC-LAK ilişkisini buraya kadar anlamak kolay. Asıl zorluk bu ilişkinin ekonomik temellerini analiz etmekte yatıyor. Zira ÇHC’nin LAK bölgesine yaklaşımı her ne kadar bir hakimiyet iddiası taşımıyorsa da sağladığı fayda açısından Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinden farklı görünmüyor. ÇHC, LAK’ın beş asırlık sömürge tarihinden farksız biçimde onun hammaddeye erişim ve pazar niteliğini değiştirmiyor. Ancak müdahaleci olmaması nedeniyle siyasi karar alıcılar tarafından ehven-i şer görülüyor. ÇHC, Latin Amerika’da ne kurtarıcı ne de istilacı bir rol oynuyor. O bir fırsat ve güç dengeleriyle değişen yenidünyanın prensiplerini temsil ediyor.
Devamı →
Sıcak bir yazı geride bıraktık. Büyük kentler bu sıcaklık artışından fazlasıyla etkilendi. Avrupa’da özenle korunan ormanlar yandı. Küresel iklim koşulları Amazon yangınlarını da jeopolitik gündeme oturttu. Gerçek bir ticari ve politik oportünist olan ve aslında çevre ile yakından uzaktan ilgilenmeyen Fransa devlet başkanı Emmanuel Macron hemen durumdan faydalandı.
Geçtiğimiz 22 Ağustos’da Macron “Evimiz yanıyor. Kelimenin tam anlamıyla Gezegenimizin ciğerleri oksijenimizin %20’sini üreten Amazonlar yanıyor. Bu uluslararası bir krizdir. G-7 üyeleri iki gün içinde toplanıp acilen bunu konuşmalıdır” diye bir tivit attı. Buna karşılık Brezilya devlet başkanı Bolsonaro “Fransız devlet başkanının Amazon meselesini G-7 zirvesinde bölge ülkelerinin katılımı olmaksızın konuşma önerisi sömürgeci bir zihniyeti çağrıştırıyor” cevabını verdi.
Brezilya devlet başkanı ABD-AB çatışmasında “ulusal egemenlik hakkı”na sığınarak AB’ye cephe aldı. Bolsonaro’nun kendisi gibi dinci ve anti komünist dışişleri bakanı Ernesto Arújo hemen ABD’ye gitti. AB’nin Brezilya ürünlerinin alımına kısıtlama getirmesini engellemek için iki ülke Amazonların korunmasına 100 milyon dolar ayırdıklarını açıkladı. Hemen sonra ABD Dışişleri bakanı Mike Pompeo ile yaptıkları açıklamada Amazonları özel yatırımcılara açarak kurtaracaklarını ilan ettiler. Aynı sırada Brezilya parlamentosuna gelen yasa her şeyi açıklıyordu. Yeni yasa (tasarı no: 2.963 / 2019) Brezilya topraklarının %25’ini(ticari değeri olan toprakların %40’nı) yabancılara satmaya izin veriyor. Oysa Bolsonaro 2018’deki başkanlık kampanyası sırasında yabancılara toprak satışına kesinlikle karşı çıkıyordu.
Brezilya’da tarıma uygun toprakların %45’i yüzde birden daha az(%0,96) nüfusun elinde. Buna karşın nüfusun %47’lik kısmı toprakların %2,3’üne sahip. Brezilya hükümeti yabancılara toprak satışından 50 milyar dolar gelir elde etmeyi bekliyor. Ekonomide bu tarz beklentilerin ne ölçüde gerçekleşeceği ya da gerçekleşse de ne kadarının ulusal ekonomiye katılacağı bilinmez. Fakat beklenti karşılanırsa tarım alanları daha pahalı hale gelecek. Bunun da tarım ürünlerinin maliyetlerinde artışa neden olacağı kesin. Sonuç itibarıyla bir eliyle aldığını diğer eliyle vermiş olacak. Hem gıda güvenliği sarsılacak hem de uluslararası piyasada rekabet gücünü kaybedecek. Tarım alanlarının değerinde ve ürün fiyatlarında artış Amazonlar’da yeni tarım alanları yaratma beklentisini güçlendirecek. Bu da Amazon ekosisteminin yok edilmesini hızlandıracak.
Amazonların korunması tartışması en az elli yıldır gündemde. Brezilya 1980’lerden bu yana Amazonların korunması sorununu ulusal egemenlik hakkı olarak görüyor. Fakat diğer yandan onu korumak için batılı ülkelerden para alıyor.
Örneğin 1992’de başlayan G-7’nin Tropikal Ormanları Koruma Programı Pilot Projesi’nde (Ppg7) 2009 yılına kadar 460 milyon dolar finans desteği aldı. Bu destek için Brezilya hükümeti Amazonların gezegenimizin bütünsel bir parçası olduğu ve bu yüzden zengin ülkelerin de ona sahip çıkması gerektiği yönünde lobi yapmıştı. Üstelik de Brezilya bunu yaparken Amazonlar sanki sadece kendi topraklarında kalıyormuşçasına diğer ülkeleri bu yardımların dışında bıraktı. Yine alınan yardımların Amazonların korunmasına pek faydası olmadı.
Devamı →
2000’li yıllara girerken Latin Amerika ülkelerinde arkalarına güçlü halk hareketlerini almış liderlerin yükselişine tanık olduk. Bunlar, önce gelir adaletsizliğini düşürmeye dönük kamucu politikalarla ve yaygın ulusal eğitime verdikleri önemle dikkat çektiler. Sonra bağımsız dış politika adımlarıyla kıtayı ABD hegemonyasına karşı bir araya getirdiler. Kendilerini Sol olarak adlandırmaktansa Bolivarcı, milli ve halkçı, yurttaş devrimi gibi her ülkede kendine özgü tanımlamalar seçtiler. Ancak hepsini bütünleyen bir başlığın altında toplandılar: “21.yy Sosyalizmi” .
Devamı →
Latin Amerika’da “corrupción” yani yolsuzluk kelimesi devlet idaresi altındaki her türlü fitneliği açıklamak için kullanılır. Bu Latin Amerika tipi yolsuzluğun sadece hırsızlık olmadığını her şeyle ama akla gelebilecek her şeyle ilişkili olduğunu anlatır. Elbette ki Corrupción hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk, kamuya ve şahıslara ait paraya ve güce dönüşebilecek her şeyin iç edilmesidir. Fakat aynı zamanda oyunun kuralıdır. Uyuşturucu kartelleriyle ve Evangelist tarikatlarla ya da Katolik kilisesiyle siyasetin kurduğu ilişkiyi de aynı kelime açıklar. Futboldan medyaya, sağlıktan güvenliğe hatta üniversitelere kadar her kurum yolsuzluğun bir parçasıdır.
Latin Amerika’da yolsuzluk asla sadece para için yapılmaz ve orada durmaz. İktidar olmanın ve yönetmenin gereği haline gelmiştir. Öyle ki kimse bundan kendini kurtaramaz. Yolsuzluk olmadan en küçük bir taşı bile yerinden oynatmak mümkün değildir. Bunun en özgün örneği gecekondu mahallelerindeki oy avcılarıdır. Arjantin’de “puntero” denilen şeflerin tarihsel geçmişi sömürge öncesine dayanır. Bunlar yüzlerce yıldır egemenlerin hesabına halkı manipüle ederler. Geçmişte savaş için adam toplayan “puntero”lar olmaksızın bugün Latin Amerika’da seçim kazanmak bile mümkün değildir. Seçim yolsuzluğu oyların çalınmasına gerek kalmadan satın alınmasıyla başlamaktadır.
Bu hikayede “rüşvet” önemsiz bir ayrıntıya dönüşmüştür. Rüşvet sonuçta bir iş, bir hizmet karşılığı gerçekleşir. Oysa buna karşın uyuşturucu parasının girmediği hiçbir delik kalmamıştır. ABD’den gelen uyuşturucu parasıyla sistem ayakta durmaktadır. Uyuşturucu yalnızca para kaynağı olarak değil sosyal tamamlayıcı bir role de sahiptir. En yoksul halk uyuşturucu trafiği içinde toplumsal bağlarını kurar hale gelir. Bu sırada %1’den fazla vergi ödemeyen en büyük beş yüz şirketten kimse bahsetmez. Dünya hammaddesinin üçte ikisinin elde edildiği bu zengin toprakları yağmalayan ve zehirleyen batılı maden şirketleri yolsuzluk rejimin en önemli parçasıdır
Devamı →
Bir fotoğrafın düşündürdükleri: Che, Raul ve Sovyet hayaleti Nikolái Leonov
Devamı →
Belki de tarihin en nefret edilen kişisi Cortés; Amerika’nın ilk fatihi, Aztek imparatorluğunu üzerinde taş kalmamacasına yıkan adam, yağmacı ve Meksika’dan Orta Amerika’ya halkları köleleştiren hükümran, oportünist din taşıyıcısı, Castilla dilini ve kılıcını egemen yapan, büyük soykırımcı, katil ve komplocu öldükten tam 247 yıl sonra bile unutulmamıştı.
Devamı →
Venezuela’da sosyalizmin sorunlarını yapısal, tarihsel, ekonomik, politik gibi başlıklara bölmek mümkün. Ancak bu başlıkları birbirinden ayırmak pek mümkün görünmüyor. Bolivarcı Devrim öncesinden gelen sorunlar artık sosyalist sürecin de bir parçası. Küresel ekonomideki gelişmelerden kaynaklanan olumsuzlukları da ulusal süreçten ayrı değerlendiremiyoruz. Zira Venezuela dünyanın en büyük petrol ihraççısı ülkelerden birisi. İç politik çatışmalarda da küresel aktörler arası jeostratejik ve ekonomik rekabetin etkisi büyük.
Devamı →
Latin Amerika yalnızca Washington merkezli kanlı darbelerin değil ABD merkezli sermaye ve medya tekellerinin de en önemli örneklerine ev sahipliği yapıyor. ABD’nin arka bahçesi olan bu topraklar sömürgeci politikaların medya-iletişim alanında da laboratuvarı sayılır. Sınıfsal ilişkiler gibi medya politikaları da çok nettir. Televizyonlarda arsız ve utanmaz biçimde emperyalist müdahaleler savunulur, yoksullar aşağılanır, zenginler ülkenin tek kurtuluşu olarak yansıtılır. Örneğin son bir yıldır neoliberal yönetimle idare edilen Arjantin’de gazeteler yoksullara daha az yemek yiyerek tasarruf etmeyi önerebiliyorlar. Ya da bir önceki hükümetin sakatlara bağladığı maaşı kesen yeni yönetime destek olmak için “sakatlar da çalışmalı” biçiminde yayınlar yapılabiliyor.
Devamı →
Geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen Kurucu Meclis seçimlerinde büyük bir halk desteği sağlayan Bolivarcı yönetime karşı emperyalist cephe savaş ilan etti. Türkiye’de de Venezuela’ya saldırının işareti her zaman olduğu gibi Ertuğrul Özkök ve Doğan Medya’dan geldi. Özkök, ABD bildirisiyle eş zamanlı kaleme aldığı yazısında daha da ileri giderek yalnızca Maduro’yu değil devrim lideri “Comandante” Chávez’i de diktatör ilan etti. Özkök’ün yazısında, eğer ölmeseydi Chávez’in koltuğu bırakmayacağını ima etmesi ise dikkat çekti. Bu yaklaşım saldırının yalnızca Venezuela’yı değil her ülkenin bağımsız adımlar atma eğilimindeki liderlerini hedef aldığı ortada. Yani Özkök demek istiyor ki bu “diktatörlerden” kurtulmamızın tek yolu ölümdür!
Bağımsız bir devlet olan Irak’ın bölünmesi anlamına gelecek Barzani referandumunu meşru bulduğunu açıklayan Trump yönetimi egemen bir ülke olan Venezuela’nın anayasasına ve kanunlarına uygun biçimde gerçekleştirdiği seçimi, gayrı meşru ilan etti.
Emperyalist Cephenin bu iki yaklaşımı bize Venezuela’ya yönelik saldırının yalnızca Latin Amerika’yla sınırlı olmadığını gösteriyor.
Devamı →
(Bu yazı Bilim ve Ütopya Dergisinin Temmuz 2017 sayısında yayımlanmıştır)
Bolivarcı Devlet başkanı Nicolas Maduro, 1 Mayıs günü yaptığı konuşmada, halka kurucu meclis oluşturma çağrısında bulundu. Buna göre 30 Temmuz’da yapılacak referandumla halk yeni bir anayasa ve devlet sistemi oluşturmayı oylayacak. ABD destekli muhalefet ise sokak eylemleri, sabotajlar, paramiliter çeteler, karaborsa ve paralel döviz piyasasıyla her koldan derinleştirdiği çatışmayı nihai hedefine taşımak için karar aldı. Buna göre Vatikan’ın aracılığıyla, Maduro yönetimiyle biçimsel de olsa, sürdürdüğü diyaloğu terk ettiğini açıkladı. Sağ cephe, Maduro hükümetini ve onun kurucu meclis oluşturma çabasını “illegal” ilan etti.
Nisan ayı başında ABD’nin egemenliğinde Amerikan Devletleri Örgütü’nün (OEA) Venezuela’ya yaptırımlar uygulamak için toplanmasıyla uluslararası medyanın bu ülkeye yönelik anti propagandası beraberinde geldi.
Aynı günlerde sağ muhalefet sokak eylemlerine yeniden başladı. Venezuela giderek artan biçimde bir çatışma sahasına döndü. Fakat bu defa görünen sokak eylemlerine suikastler ve sabotajlar eşlik etti. Hastaneler yakıldı, kadın ve çocuklar öldürüldü. Sol lider ve militanlar katledildi.
Devamı →